Fransız Akademisi üyesi ve 1921 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Anatole France (1844-1924), üslubu, sosyalist ve ateist fikirleri ile başta Fransa olmak üzere -özellikle Avrupa’da- bir kuşağı büyük ölçüde etkilemişti. Alaycı ve şüpheci üslubuyla klasik geleneğin önde gelen temsilcisi kabul edilen France’ın eserleri 1920’de Roma Katolik Kilisesinin yasaklı eserler listesine alınır.
Osmanlı arşiv belgelerinde onunla ilgili ilk belge 11 Kasım 1900 tarihli olup, Sultan II. Abdülhamid’in irade-i seniyyesi gereği Paris’te yayınlanan Osier’nin Tasviri adlı kitabının Osmanlı ülkesinde yayınlanmasının ve ülkeye sokulmasının yasaklandığı bildiriliyordu. 1897’de yayınlanan Le Mannequin d’Osier adlı bu romanda France, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda Batılıların Yunanları desteklememesi halinde Yunanistan’da Türklerin büyük bir katliam yapacakları tezini işliyordu.
France’dan etkilenen ilk Türk yazarlardan Yahya Kemal ve Abdülhak Şinasi Hisar onu Paris’te Ecole Libre des Sciences Politiques’de talebe iken, Yakup Kadri ise eserlerinden tanıyıp sevmişti. Özellikle 1905 yılı sonlarına doğru Paris’e giden Abdülhak Şinasi onunla tanışmakla kalmamış, toplantılarına da katılmıştı. Hatta onun bu hayranlığını bilen Ahmet Haşim, 16 Haziran 1924’te Paris’ten gönderdiği mektupta, “Geçen gün Saint Michel Caddesi’nde Anatole France’ın son resmini gösteren bir kart görmüştüm. Onu göndermek istiyordum. Bu sabah dükkânı aradım bulamadım. Yarın tekrar arayıp size Anatole France ve Maurice Barrés’in son fotoğraflarını göndereceğim” diyordu.
İlginçtir, Süleyman Nazif de 15 Şubat 1910’da Basra’dan oğlu Said’e yazdığı mektupta, bazı Türk gençleri arasındaki Anatole France hayranlığını şu cümlelerle ifade ediyordu: “Victor Hugo ile Anatole France’dan hangisinin daha büyük olduğunu soruyorsun. Bu sualin cevabını bu âciz baban değil, hiç kimse veremez. Hesapta nasıl aynı neviden olmayan şeyler bir yerde toplanamazsa, meslekleri muhtelif olan insanlar arasında da öyle bir mukayese tesis edilemez. Bunların eserlerini tamamiyle anlayacak bir yaş ve iktidara vâsıl olduğun zaman zevk ve idrakine hangisi hoş gelirse birinciliği ve büyüklüğü ona tevcih edersin. Biz pek genç iken Victor Hugo’ya perestiş eder, Anatole France’ın adını bile bilmezdik. Fakat sen Anatole France’ı daha çok seven bir kuşağın evlâdındansın.”
Özellikle işgal yıllarındaki İstanbul basınında Anatole France övgüsü öne çıkar. 1921’de Nobel edebiyat ödülünü kazanmasına dair ilk bilgiler ve hakkındaki ilk değerlendirmeler, sosyalist çizgisiyle ön plana çıkan Aydınlık mecmuasında yayınlanır. İmzasız yazıya göre Fransız Sosyalist Parti üyesi olan “Anatole France yalnız yüksek bir edip değil, aynı zamanda büyük bir insandı”. Cenap Şehabettin 1921 ve 1922 yıllarında Peyâm-ı Sabah gazetesinde Anatole France hakkında yazdığı iki makalede ona methiyeler düzer. İlk makalede France’ın dinî inançlara ve ahlâk kuramlarına itibar etmeyen, onları ayak bağı olarak gören, yazdıklarına da bu inancını yansıtan, yüce zekâsı ve engin kültürü ile tanınan, okumadığı kitap ve öğrenmediği marifet kalmamış çok bilgili bir yazar olduğunu öne sürmektedir. İkinci makalede ise onu dinî değerlere düşman yapan sebebin küçük yaşlarda Stanislas Katolik Mektebi’nde gördüğü eğitim olduğunu vurgulayarak, özellikle bu mektepte ders veren papazların “verdikleri derslere inanmayan, talebeler arasında ayrım yapan, söyledikleri ile tatbik ettikleri birbirinden farklı ikiyüzlü tutumları ve karakterlerinin” onun dinî değerlere düşman olmasına sebep olduğunu belirtir. Yakup Kadri ise İkdam’da 1922’de kaleme aldığı yazısında France’ın inançlı bir insan olmamasına rağmen başkalarının dinî inançlarına çok saygılı olduğunu, fikren vatanperver ve dindar bir yazar olmamakla birlikte kendi vatanına saygı gösterdiğini ve onu sevdiğini ifade etmiştir.