Selçuklu tarihinin en büyük hükümdarları olan Sultan Alparslan ve Melikşah dönemlerinde uzun yıllar vezirlik yapan Nizâmülmülk, 14 Ekim 1092 tarihinde İsmâilî fedaisi olduğu ileri sürülen bir suikastçı tarafından Bağdat’a giderken öldürüldü. Tabir yerindeyse elinde büyüyen Sultan Melikşah ile arası bozuktu. Hükümdar bir süre önce kendisini “vezirlik divitini elinden almakla” tehdit etmiş, o da bunun altında kalmayarak “vezirlik diviti ile saltanat tacının birbirlerine bağlı olduğu, vezirlik divitinin kendisinden gitmesi durumunda sultanlık tacının da onun başında fazla kalmayacağı” karşılığını vermişti. Kendisi görememiş olsa da, Nizâmülmülk’ün ölümünden bir ay sonra Sultan Melikşah’ın da şüpheli bir şekilde ölmüş olmasından hareketle vezirin haklı olduğunu biliyoruz. Evet, vezirlik diviti ile saltanat tacı birbirine bağlıydı. Anlaşılan, vezirin “devlet içerisinde devlet haline geldiği” iddiaları kendisini çekemeyenlerin yaydığı dedikodu ve iftiralardan ibaret değildi. Nitekim kaynaklar tarafından “Sultan’ı öldürenlerin Nizâmiyyûn –Nizâmülmülk taraftarları- mensupları” olduğu iddiasının dile getirilmesi, merhum vezirin geride bıraktığı kudretin delili olarak görülebilir.
Selçuklu kaynakları, Nizâmülmülk’ün katlinden Sultan Melikşah’ı, hükümdarın vezirden pek hoşlanmayan hırslı eşi Terken Hatun’u ve bu dönemde Alamut merkezli Bâtınî bir terör teşkilatının reisi olarak temayüz eden Hasan Sabbah’ı sorumlu tutan çeşitli iddiaları naklederler. Sultan’ın, suikasttan sonra, evvela ölüm döşeğindeki vezirinin, ardından da huzursuzlanan askerlerin yanına giderek “bu işte parmağının olmadığını” belirtmesi kendisine dönük bir şüphenin varlığını gösterse de, nihayetinde suikast emrini verenin kim olduğu belli değildir. Öte yandan, Nizâmülmülk’ün varlığını kendileri açısından tehdit olarak gören güç odaklarının mevcut olduğu ve zikredilen iddiaların her birinin belli ölçüde haklılık payı taşıdığı, ayrıca vezirin de öldürülmekten endişe ettiği belirtilmelidir. Bu, suikasta uğradığı yolculuğa çıkmadan önce “seferden dönmesi nasip olmaz ise” Sultan’a takdim etsin diye “has kitapların kâtibi Muhammed b. Nâsih’e” teslim ettiği ve muhtemelen hükümdarın son halini görmediği meşhur eseri Siyasetü’l-Mülûk’ta (Siyasetnâme) yer alan bazı kısımlardan anlaşılmaktadır. Siyasetnâme, vezirin otobiyografik deneyimlerini yansıtan şifrelerle doludur.
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Hicrî 470 (M. 1077-1078) yılında veziri Nizâmülmülk’e ve diğer devlet adamlarına “memleketin durumu” ile ilgili düşüncelerini kaleme almalarını emretmiş, bu talimat üzerine “nasihatnâme” türü içerisinde değerlendirilebilecek birçok eser yazılarak hükümdara takdim edilmişti. Nizâmülmülk’ün “Siyasetnâme” ismiyle meşhur olan Siyasetü’l-Mülûk adlı eseri de bunlardan biriydi ve Sultan Melikşah kendisine sunulanlar içerisinde en çok onu beğenmişti. Öte yandan eserini bu şekilde bırakmayan vezirin sonraki yıllarda metni genişlettiğini biliyoruz. O, nihaî metnin son kısmında, Sultan’a sunulan Siyasetü’l-Mülûk’un özet olduğunu ve daha sonra “bu özeti genişletme ihtiyacı hissettiğini” belirtmiştir. Bir başka ifadeyle, hükümdarın metni görüp de beğenmesinden sonra Nizâmülmülk kitabına yeni kısımlar eklemiş, yeni hikâye ve nükteler koyarak metni oldukça hacimli bir şekle büründürmüştür. Bugün elimizde bulunan nüshanın hangi kısımlarının önce kaleme alındığını ya da hangilerinin sonra ilave edildiğini anlamak kolay değildir. Fakat Sultan’a dönük bazı sitemlerin (hatta yer yer ithamların) yer aldığı ve vezirin yaşamında karşılaştığı sorunlara dönük atıflarda bulunduğunu hissettirdiği kısımların metne sonradan ilave edildiğini düşünmek doğru olabilir.