Falkenhayn’ın şansı yaver gitmişti, zira Batılı güçler kuvvetlerini Gelibolu ile Fransa’daki cephe arasında dağıtmıştı. Fransa’daki cephe saplantıya neden oldu. Harita üzerinde Alman hattı Paris’ten 80 km uzakta bulunan Noyon en uçta olmak üzere uzun bir çıkıntı halinde öne çıktığı için çok savunmasız gibi görünüyor ve Fransa gazeteleri her gün bu haberle hücuma geçiyordu. Güzel reklama bakan generaller de beklendiği gibi büyülendiler: Yeni bir taarruz millî toprağın kurtuluşunu getirecekti. Milyonlarca İngiliz gönüllü, bir askerin sözde ihtişamlı hayatı uğruna sanayi kentlerindeki sıkıcı hayatı terk etmek üzere gitmeye hazır ve istekliydiler.
Çıkıntılar kanatlardan, kuzey kenarında Britanya Görev Gücü’nün kuvvetini yığdığı Artois’dan ve güney kenarında, Paris’in kuzeydoğusundaki Champagne’dan saldırıya açıktı. İngilizler ve Fransızlar iki alanı yarabilseydi doğan aralığa süvarileri “boşaltıp” Almanları çıkıntının orta yerinde kuşatabilirlerdi. Bu bir fanteziydi; deneyimleri, Güney Afrika bozkırlarındaki süvari akınlarından ya da Fas’ın arazi maketi muharebelerinden oluşan yaşlı generaller zafer düşü görüyorlardı. Klasik savaş anılarının birinde –Robert Graves’in Goodby to All That’inde– olay yerinde durumun nasıl göründüğü tasvir edilmiş. Graves bir devlet okulu öğrencisiydi, ona da zamanın romantik yurtseverliği aşılanmıştı ve Charterhous’tan gönüllü ayrılmıştı. Alayının muvazzaf subayları ritüellere inanırdı. Subaylar sanki Hindistan’daymış gibi şalvar şort giyerdi. Albaylar, sivil hayatta zengin ve başarılı kişiler olsalar bile “siğiller”i –astlar– küçük düşürmeyi iş edinmişlerdi. Komutanların çoğu da zeki değildi, bazıları düpedüz kalın kafalıydı.