Monarşi 20. asra gelinceye kadar kimsenin aksini tasavvur bile etmediği bir idare tarzıydı. Bir memleketin başında burayı yurdu bilen, halkı da ailesi olarak gören bir hükümdar olmalıydı. Bunun için o milletin içinden çıkmış ve kahramanlıklar gibi tarihî ananelerle karizma kazanmış bir aile hükümdarlık mevkiini işgal etmeliydi. Nitekim böyle bir millî hanedana sahip devletler uzun ömürlü olmuş (Polonya, Venedik gibi), olmayanlar ise sıkıntı çekmiştir.
19. asrın siyasî konjonktüründe çeşitli maksatlarla kurulan yeni ulus/tampon devletlerde, eğer (Sırbistan gibi) millî bir hanedana sahip değillerse, hükümdarlık makamını kimin işgal edeceği bir mesele olmuştu. Büyük devletler denge siyaseti adına kendi menfaatlerini de gözeterek Belçika, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk gibi yeni devletlerin başına ecnebi birer hükümdar geçirmeyi uygun buldu. 1830 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’ndan istiklâlini kazanan Yunanistan’ın başına, Bavyera Kralı Ludwig’in oğlu Prens Otto’yu kral seçtiler. Yunanistan parlamentosu tek kelime Yunanca bilmeyen bu prensi Yunan Kralı ilan etti. Tahtı atalarından veraset yoluyla almadığı, seçildiği için Yunanistan değil, Yunan (Helenler) Kralı titriyle anıldı. Memleketin mezhebi olan Ortodoksluğa geçti. İngiltere ve Fransa bu fikre pişman oldular. 1863’te Otto devrilip yerine Yunan parlamentosunun seçtiği/tasdik ettiği Danimarka Kralı IX. Christian’ın 18 yaşındaki oğlu Prens Wilhelm, Yorgos adıyla Yunan tahtına oturdu. Bu prensin mensup olduğu Oldenburg hanedanı da gerçekte Alman asıllı idi.
1830’da kurulan Belçika’nın tahtına, Avrupa’nın küçük ama eski Sachsen-Coburg-Gotha hanedanının yan dalından bir prens geçirildi. Dört asır kadar Osmanlı eyaleti iken, 1864’te muhtar, 1877’de de müstakil olan Romanya’nın krallığına Belçika kralının kardeşi Leopold seçildi ama prens tacı kabul etmedi. Bunun üzerine tahta Prusya imparatorluk hanedanı Hohenzollern hanedanının yan dalından Prens Karl geçirildi. Beş asır Osmanlı eyaleti olarak idare edilen ve 1878’de muhtar, 1908’de de müstakil olan Bulgaristan’ın başına Alman Battenberg hanedanından ve Rus çarının yeğeni Aleksander prens seçildi. Avusturya’nın muhalefeti üzerine 1885’te tahttan indirilip, yerine Sachsen-Coburg-Gotha hanedanından Ferdinand getirildi.
Arnavutluk 1912’te Osmanlı Devleti’nden ayrılıp da müstakil olunca, Arnavut milliyetçileri o zamanki dünya siyasetini elinde tutan büyük Avrupa devletlerinin de muvafakati ile Sultan Abdülhamid’in 28 yaşındaki oğlu Şehzade Burhaneddin Efendi’ye tahtı resmen teklif ettiler. Arnavutların haylisi Müslüman olduğu için, buraya Avrupa hanedanlarından bir hükümdar yakışık almazdı. Sultan Hamid Arnavutlar arasında sevilen bir şahsiyetti. Genç ve kabiliyetli şehzade, hem babasının karizması, hem de mevcut padişahın yeğeni olmak itibariyle tahta münasip görülüyordu. Babası Cuma selamlığına giderken, yanına umumiyetle rabıtalı bulduğu bu oğlunu alıyor; hatta rivayete göre, veliaht tayin etmeyi bile düşünüyordu.
Jön Türklerin Anglofil (İngiliz taraftarı) kolundan Satvet Lütfi (Tozan); Prens Sabahaddin, Ali Rıza ve Nâmık Zeki (Aral) beylerle beraber II. Meşrutiyet’ten üç sene evvel (1905) Cemiyet-i İnkılâbiyye adında adem-i merkeziyetçi bir teşkilat kurmuştu. Maksatları Sultan Hamid’i tahttan indirip, yerine Şehzade Burhaneddin Efendi’yi geçirmekti. Fakat muvaffak olamadılar.
Osmanlı tahtı üzerindeki haklarından vazgeçmek istemeyen ve bu gibi maceralara da esasen pek yatkın olmayan şehzade Arnavutluk tacını reddetti. Sadrazam Said Halim Paşa bu cevabı büyük devletlere telgrafla bildirdi. Ancak gerçekte bunun İttihatçıların baskısıyla olduğu, nitekim Burhaneddin Efendi’nin sıra itibariyle tahta uzak olduğu da söylenir.