Amerika’nın en güçlü misyonerlik örgütü olan American Board’ın “Tarih’te Tanrı’nın Kudreti” (The Hand of Good in History) adlı 1845 tarihli bildirisi “Dünyaya mutlaka Anglo-Sakson ırkın hâkim olacağı” kehanetiyle emperyalist arzuları körüklerken, aynı teşkilat 1860’da kendisine bağlı misyonerleri “dünyayı fethe çıkan Hz. İsa ordularının öncüleri” olarak ilan etmişti.
1819’dan itibaren Osmanlı ülkesinde faaliyete geçen Amerikalı misyonerlerin her davranışlarında ortaya çıkan öncü rolleri, daha Sultan II. Abdülhamid’in hükümdarlığının ilk yıllarında Türk-Amerikan diplomatik ilişkilerinde önemli problemlerden biri olarak kendisini göstermişti. Türk bahriyesinde vazifeli İngiliz Amiral Sir Henry Woods hatıralarında şunları kaydeder: “1880 başlarında Amerikan misyonerlerin Hıristiyan azınlıkları bahane ederek huzursuzluk kaynağı olmaları ve ülke içinde açtıkları okul ve hastaneler vasıtasıyla Hıristiyanlık propagandası yapmaları Türk-Amerikan ilişkilerinin gerginleşmesine ve bazı meselelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu yüzden hiçbir Amerikan elçisi İstanbul’da uzun süre barınamıyordu.”
Bunun sebebi, 1830’larda ABD’ye verilen imtiyazlar neticesinde Amerikan misyonerlik faaliyetlerinin Sultan II. Abdülhamid’in hükümdarlığının ilk yıllarında devasa bir güce dönüşmüş olması idi. Nitekim 1888’de Türkiye’de 394 misyon merkezi, 508 okulu, 400 mabedi, 394 Amerikalı ve 1.049 yerli misyoneri olan, 7.000 dolar yıllık harcama yapan, 50.000 taraftara sahip, emperyalist duygularla kendisini kaybetmiş bir Amerika’nın Türkiye ile yakından ilgilenmemesi düşünülebilir miydi? Amerikalı misyonerler de bu alâkadan memnundular. Bir yandan Amerikan yönetimi ve halkını kışkırtıyor, diğer yandan Türkiye’deki faaliyetlerini artıyorlardı.
19. yüzyıl sonları, Amerikan emperyalizminin babası Alfred Thayer Mahan’ın, “Hiçbir büyük devlet artık yalnızcılık politikası izleyemez, sanayileşme bunu imkânsızlaştırmıştır. Amerika sağlıklı bir ekonomik yapıya sahip olabilmek için dış pazarları eline geçirmeli ve bunun içinde kuvvetli bir deniz gücü kurmalı” görüşünün Amerikan dış politikası olarak benimsendiği dönemdi. Meşhur Amerikalı papaz/yazar John Fiske, Manifest Destiny (Kader Bildirisi) adlı kitabıyla 1885’de Amerikan emperyalizminin ana hatlarını çizmiş, papaz Josiah Strong ve siyaset bilimci John Burgess gibi isimler de kitaplarında Amerikan emperyalizmini empoze etmeye başlamışlardı.