Dünya tarihinin en etkili askerî harekâtlarından olan, büyük bir çatışma yaşanmadan veya kan dökülmeksizin gerçekleştirilen Mekke’nin fethi, Hudeybiye Antlaşması’yla başlayan sürecin sonucunda gerçekleşmiştir. Bu sebeple, hadisenin seyrini bu tarihten itibaren takip etmek gerekir.
Hz. Peygamber (sas), hicretin 6. yılının Zilkade ayında (miladi 628) gördüğü bir rüya üzerine umre yapmak amacıyla 1.500 kadar Müslümanla birlikte Mekke’ye doğru yola çıktı. Hudeybiye denilen yere ulaştıklarında Mekkelilerin onlara umre için izin vermeyeceklerini öğrendiler. Bir dizi girişim ve görüşmeden sonra Mekkelilerle bir antlaşma akdedilerek umre kafilesi Medine’ye geri döndü. Bu antlaşma Müslümanların çoğunun hoşuna gitmemişti. Ancak dönüş yolunda nazil olan Fetih suresi Müslümanlar için hem büyük bir teselli hem de müjdeydi: “Senin geçmiş gelecek bütün günahını Allah’ın bağışlaması, sana nimetini eksiksiz vermesi, seni dosdoğru yolda yürütmesi ve Allah’ın sana güçlü bir şekilde yardım etmesi için sana apaçık bir fetih ihsan ettik” (Fetih, 1-3).
O yıl umre yapmalarına izin vermeyen antlaşma maddesine göre Müslümanlar ancak bir yıl sonra umreye gidebileceklerdi. Ayrıca taraflar, 10 yıl sürecek bir ateşkesi de kabul etmişlerdi. Yine dileyen kabileler istedikleri tarafın yanında antlaşmaya dahil olabileceklerdi. Bunun üzerine aralarında düşmanlık bulunan Bekroğulları Mekke müşriklerinin, Huzâa kabilesi de Müslümanların yanında yer almak üzere antlaşmaya taraf oldular.
Hicretin 8. yılında, yani antlaşmanın imzalanmasından iki yıl sonra, beklenmedik bir gelişme meydana geldi. Bekroğulları, Kureyşlilerin de desteğini alarak, Huzâalılara bir gece baskın düzenleyip 20 kişiyi öldürdüler. Huzaâ kabilesi ise karşı karşıya kaldıkları ihaneti hemen Medine’ye haber verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Bekroğullarından ya saldırıyı yapanları, yani amcaoğulları Nüfaseoğullarıyla ilişkilerini sona erdirmelerini ya da Huzâalılara diyet ödemelerini istedi; aksi takdirde Hudeybiye Antlaşması’nın bozulacağını bildirdi. Bu arada yaptıkları hatanın farkına varan Mekkeliler, barışın devam etmesini istediklerini söylemesi için Ebu Süfyân’ı Medine’ye gönderdiler. Ancak Ebu Süfyân Mekke’ye eli boş dönecekti.
Hz. Peygamber, takip eden günlerde Müslümanlara sefer hazırlığı için talimat verdi. Fakat seferin nereye yapılacağını açıklamadı. Hatta hazırlık karargâhını da Mekke yönünde değil, ters bir istikamette kurdu. Herkes merak içinde nereye gidileceğini beklerken elbette tahminler Mekke üzerine yoğunlaşıyordu. Bu gizlilik çabasına rağmen düşmana bilgi sızdırma teşebbüsü de oldu. Hz. Peygamber, Hz. Ali (ra) ile Zübeyr b. Avvâm’ı (ra) Mekke’ye haber götürmek üzere yola çıkmış olan Müzeyne kabilesinden bir kadını yakalamaları için görevlendirdi. Kadın önce isnat edilen suçu inkâr etti. Ancak Hz. Ali’nin Allah Elçisi’nin asla yalan söylemeyeceğini belirtip, kendilerine yardımcı olmaması durumunda üzerini aramak zorunda kalacaklarını ifade etmesi üzerine saç örgüsünün arasına gizlediği mektubu çıkardı. Mektup, ailesi Mekke’de bulunan Hâtıb b. Ebi Beltaa tarafından gönderilmişti. Hz. Peygamber, Bedir Gazvesi’ne katılmış bir muhacir olan Hâtıb’a bu mektubu yazmasının sebebini sorduğunda, bunu ihanet kastıyla yapmadığını, Kureyşli olmadığı için müşriklerin Mekke’de bulunan ailesine zarar verebilecekleri kaygısıyla mektubu yazdığını, kötü bir niyeti olmadığını söyledi. Hz. Peygamber açıklamalarını dikkate alarak onu cezalandırmadı.