Francis Bacon 1620 yılında dünyadaki en mühim üç buluşun matbaa, barut ve pusula olduğunu söyler. Kâğıt gibi, bu üçünün de vatanı Asya’dır. Müslüman Araplar ve Türkler vasıtasıyla, Endülüs ve Suriye-Anadolu yoluyla Avrupa’ya ulaştırılmışlardır. Matbaa olmasaydı, Rönesans’ın tesirinin çok zayıf olacağını söyleyebiliriz. Matbaa buluş ve fikirlerin yayılmasını kolaylaştırarak ilmin inkişafına hizmet edenken, milliyetçiliğin güçlenmesine ve Avrupa ekonomisinin ilerlemesine de yardımcı olmuştur. Kısacası, Batı medeniyetinin karakterini değiştirmiştir. Ama ilk matbaayı Johann Gutenberg’in geliştirdiğini söylemek hem hatalı, hem de hakkaniyetsizdir. Avrupa’da ilk o bulmuştur lakin Asyalılar asırlardır matbaayı bilir ve kullanırdı.
Bir yazıyı veya şekli, bir tahta, metal veya taş bloğa ters olarak kazıyıp, sonra bunu düz olarak bir başka yere basma sanatı çok eskiye dayanır. Hakiki mânâda matbaa, bir yazıyı hareketli harflerle çoğaltarak basmaktır. Basma sanatına dair en eski eser, MÖ 2000 yıllarına ait, Girit’te bulunmuş bir toprak disktir. Giritliler bu tekniği Hititlerden öğrenmişlerdi. Sonra sahneye Çinliler çıkar. Ağaç matbaa Çin ve Kore’de MÖ 6. asırda kullanılıyordu. Yazıların tek parça blok üzerine kazınıp basılması esasına dayanan blok matbaa ise MS 9. asrın başında keşfedildi. Eldeki en eski matbu kitap 868 tarihli olup Sutra Elması adında bir Budist dua kitabıdır. O devirde matbaacılık umumiyetle Budist rahiplerin elindeydi ve bu dinin yayılması için bir vasıta olarak görülürdü. Harfleri hareketli ilk matbaa, coğrafya itibariyle Çin ve Budistlerle yakın temastaki Uygurlar tarafından inkişaf ettirilmişti. Nitekim 100 yıl kadar evvel Tun-Huang mağarasında hareketli tahta Uygur harfleri ve 5-9. asır arasına ait vesikalar bulunmuştur. 1041’de Bi-Şeng adında Çinli bir demircinin bu harfleri metalden yaptığı tahmin edilmektedir.