Eskilerin dilinden düşmeyen “Ne oldum deme, ne olacağım de” sözü yaşadığımız günlere damgasını sabit mürekkeple vurdu. Geçtiğimiz aydan beri yerküre çapında yaşadıklarımız bir ay, bir hafta, hatta 24 saatlik zaman zarfında o mağrur medeniyetimizin nasıl kâğıttan bir kaplan gibi bir darbede yıkılabileceğini gösterdi.
Şimdi oturup düşünme, teknolojik ve bilimsel medeniyetin muhasebesini çıkarma demidir. Batı’nın sormadığı o soruyu hem Batı’ya hem de onun kuyruğuna takılmış olan bizlere sorma vakti gelmiştir: Nerede hata ettik? Yanlış giden ne?
200 seneden beri geliştiğini ve tabiat üzerinde hükümran olduğunu muzafferane bir edayla ilân ettiğimiz bilim ve teknoloji; uzaya gitme ve tabiata hâkim olma, onun sırlarını hücrelerine kadar çözme, dünyayı ve uzayı “fethetme” iddialarımıza ne oldu sahi? Nereden çıktığı ve nasıl yayıldığı hâlâ çözülemeyen bir virüs salgını ile başa çıkamayacak idiysek onca böbürlenme neyin nesiydi?
Belki de küresel çapta bir ilk yaşandı: Hepimiz evlerimize sığındık/kapatıldık. Sıkıyönetimler ilân edildi, fırınlar ve zarurî ihtiyaç maddeleri satan market ve dükkânlar, bir de harıl harıl vak’a ve yoğun bakım sağanağı altında bunalan sağlık kurumları haricinde milyarlarca insan adeta büyük bir hapishaneye doldurulmuş vaziyette. Evlerimiz aşinası olduğumuza şükrettiğimiz birer hücreye dönüştü.
Durduk, dinlendik ve bekliyoruz. Neyi? Er veya geç bir gün hepimizi ziyaret edecek olan coronavirüsü ve aşısını, ilacını…
Bir tarih dergisi olduğumuz için dikkatimizin tarihteki salgın hastalıklara ve coronavirüs benzeri pandemilere yönelmesi gayet tabiîydi. Böylece coronavirüs pandemisi vesilesiyle tarihin şimdiye kadar bakamadığımız bir penceresine (hastalık tarihlerine) eğilmek ve oradan yalnız bizim tarihimize değil, bileşik kaplar misali küresel dünya tarihine yeni bir gözle bakmak gerekti.
Renkli, öğretici ve ibret verici bir dosya çıktı karşımıza.
9.yılımızın bu ilk sayısında Allah sizleri ve ülkemizi her türlü belâdan muhafaza eylesin…
Hayırla ve sıhhat üzere kalınız efendim.