Dinî hayatın bireysel ve toplumsal kurtuluşa vesile kabul edildiği ilk dönem İslam toplumunun en göze çarpan hususiyetlerinden biri hak ve sorumlulukların paylaşılmasıydı. Dayanışma, yardımlaşma ve fedakârlık sosyal ilişkilerin temelini teşkil ederdi. Ne var ki Hz. Muhammed (sas) tebliğe başladıktan sonra ilk Müslümanlar, Mekkeli müşriklerden gördükleri baskı sebebiyle birlikte hareket etme imkânı bulamadılar. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in talimatı doğrultusunda Mekke’den Habeşistan’a hicret ederek Arapların geleneksel kabileci dayanışmalarından farklı bir tavır ortaya koymuşlardır. Medineli Müslümanların davetinden sonra da şartları uygun olanlar hicret etti. Bu örnekler Müslümanların Cahiliye döneminde mevcut olan akrabalığa ve kan bağına dayalı dayanışma ve yardımlaşmadan farklı bir sosyal ilişki düzeni inşa ettiklerini göstermektedir.
Müslümanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma prensiplerinin vahiy ve sünnet çerçevesinde şekillendiği görülür. Yüce Allah, kişinin sevdiği malı infak etmesini iyi insanın vasıflarından biri saymıştır: “İyilik, yüzlerinizi doğudan ve batıdan yana çevirmeniz değildir. İyi olmak, insanın Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere inanması; sevdiği malı yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyen düşkünlere ve kölelere harcaması; namazı kılması, zekâtı vermesi; yaptıkları anlaşmaları yerine getirmeleri, zorlukta, darlıkta ve savaş anında sabretmeleridir. İşte bunlar doğru olanlardır ve işte (Allah’tan) sakınanlar da bunlardır” (Bakara, 177). “Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe asla iyiliğe erişemezsiniz. Ne verirseniz, Allah onu bilir” (Al-i İmran, 92). Bunları yapamayan Müslümanlardan ise hiç olmazsa iyilikle muamele etmeleri ve güzel söz söylemeleri istenmiştir: “Rabbinden umduğun bir rahmeti beklediğin için hak sahiplerinden yüz çevirecek olursan (hiç değilse) onlara hoş söz söyle” (İsra, 28).
Allah rızası için yapacağı infakın karşılığında, Müslümana dünyada başka rızkın verileceği, “De ki: Rabbim kullarından dilediğinin rızkını genişletir ve dilediğine de bir ölçüye göre verir. (İyilik için) harcadığınız herhangi bir şeyin yerine, O başkasını verir. O, rızık verenlerin en iyisidir” (Sebe, 39) ayetiyle ifade edilir. Yüce Allah, “Kim Allah’a güzel bir ödünç verirse, (Allah) ona, onun karşılığını kat kat artırır. Allah hem darlaştırır, hem bollaştırır. Hepiniz O’na döneceksiniz” (Bakara, 245) ayetinde ise infakta bulunan kimsenin rızkını artıracağını ifade eder.
Müminleri her fırsatta yardımlaşmaya teşvik eden Hz. Peygamber “Mal, sadaka ile eksilmez’” (Müslim, “Birr”, 19; Tirmizi, “Birr”, 82) buyurmaktadır. Yüce Allah, “İnanan kullarıma söyle, namazı kılsınlar; alışveriş ve dostluğun olmayacağı günün gelmesinden önce kendilerine verdiğimiz rızıktan açık ve gizli infak etsinler” (İbrahim, 31) buyurur. Bir Müslümanın malını Allah yolunda harcamaktan uzak durması ise insanın kendisini tehlikeye atması olarak görülmüştür: “Allah yolunda harcamada bulunun. Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyi davranın; Allah iyi davrananları sever” (Bakara, 195). Bir başka ayette, “Ey inananlar! Alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infak edin. İnkâr edenler ancak haksızlık yapanlardır” (Bakara, 254) buyurulur. Hz. Peygamber de bu hususta, “Sizden kim, yarım hurma ile de olsa ateşten korunabilirse, bunu yapsın’” diyerek Müslümanları ikaz etmektedir (Buhârî, “Zekât”, 10). Zikrettiğimiz bu ayet ve hadisler İslam toplumunda dayanışma ve yardımlaşma kültürünü biçimlendirmiş, ileriki asırlarda ortaya çıkacak binlerce vakfın da fikrî zeminini inşa etmiştir.