Geçen yüzyılın başlarında Osmanlı coğrafyasının güney topraklarında İngiltere’nin öncülüğünde nevzuhur devletler inşa edilmişti. Yüzyıllardır bu coğrafyada süren huzur ve sükûn, bir daha geri gelmedi. 2. Dünya Savaşı sonrasında zengin petrol kaynakları bulununca mandater yönetimlerle idare edilen bu coğrafyanın Batı nezdindeki önemi bir kat daha arttı.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden dizayn edilen dünyada iki başlı bir yapı oluşturuldu: Liderliğini Sovyetler Birliği’nin yaptığı Sosyalist Blok (Varşova Paktı) ve liderliğini ABD’nin yaptığı Kapitalist Blok (NATO). Sovyetler Birliği siyasî ve askerî ittifaklarla Irak, Suriye, Mısır, Libya gibi ülkelerde kendine partnerler buldu. Geri kalan Ortadoğu coğrafyası başta ABD ve İngiltere olmak üzere Avrupa ülkelerinin kontrolündeydi. Bu dışa kapalı, yarı mandater yönetimler -kontrollü şekilde ufak tefek çalkantılar göz ardı edilirse- geçen asrın son çeyreğine kadar iyi kötü devam etti.
1979’da İran’da Şahın devrilmesi ve Humeynî’nin iktidarı ele geçirmesi, Irak-İran Savaşı, Kuveyt’in işgali, Saddam’ın devrilmesi ve derken Arap Baharı’nın Suriye’ye sıçraması, Yemen’de Husilerin ülkeyi ele geçirme teşebbüsleri bölgede bütün taşların oynamasına sebep oldu. Ortadoğu’daki kaos yetmezmiş gibi son günlerde Suudi Arabistan’da yaşananlar da dikkatleri bu ülkeye çekti.
Haftalardır akılları meşgul eden soru şu:
Suudi Arabistan’da neler oluyor?