Meşhur Afrika atasözünü mutlaka duymuşsunuzdur: “Aslanlar yazı yazmayı öğrenene kadar, bütün hikâyeler avcıyı övecektir.” Bilhassa tarihimiz söz konusu olduğunda, halimiz, bu atasözünde anlatılan duruma çok benziyor. Kendi hikâyelerimizi bizzat yazmadığımız ve yazamadığımız için, başkaları bizi nasıl tanımlarsa ve anlatırsa, kayıtlara o şekilde geçiyoruz, akıllarda da öyle kalıyoruz.
Tam bu noktadan hareketle, Derin Tarih’in bu ayki kapak konusunu belirlerken, tafsilatlı olarak anlatılmamış ve uzun uzadıya yazılmamış hikâyelerimizden birini öne çıkarmak istedik. Acıklı ve ibretlerle dolu bir hikâyeyi… 1821’in sonbaharında Mora Yarımadası’nda bulunan Tripoliçe’de Müslüman Türklere reva görülen mezalimi bütün yönleriyle ele alarak, hem hafızalarımıza kalıcı çentikler atmayı hem de bugün yaşanan bazı hadiseleri daha anlaşılır kılmayı amaçladık.
(Tripoliçe Katliamı’nın tarihiyle ilgili iki farklı kayıt var. Birincisi -23 Eylül- kuşatmanın başlangıcını esas alırken, ikincisi -5 Ekim- kale kapılarının Yunan saldırganlara açılmasını ifade ediyor. Dikkatli okurlarımızın gözünden kaçmayacaktır: Geçen sayımızda, 23 Eylül’ü “ayın tarihi” meyanında zikrederek dosyaya küçük bir giriş yaptık. Bu ay, konuyu enine boyuna inceliyoruz.)
Derin Tarih, İslâm dünyasının ve Müslümanların gündemini de yakından takip ettiği için, önemli gelişmelerin yaşandığı Afganistan coğrafyasına bigâne kalmadık. Bu babda, dergimizin sayfalarında yer verdiğimiz birbirinden dikkat çekici makaleleri okuduğunuzda, Afgan diyarının bize aslında hiç de uzak olmadığını fark edeceksiniz.
Ana dosyalarımızın dışında, dergimiz yine yakından-uzaktan, ilgi ve merakınızı celb edecek çok sayıda makale, inceleme ve röportajla yine dopdolu. Hayalimizdeki dergiyi sizlere en güzel biçimde ulaştırmak için, yorulmak bilmeden çalışmaya devam ediyoruz.
Hayırla görüşmek üzere…