Mezun olduğum Galatasaray Lisesi’nde çok ilginç hocalarım olmuştu. Mesela bir Esat Mahmut Karakurt vardı. Bu zat İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş, avukat çıkmıştı. Ama gazetelerde çalışır, aşk romanları yazardı. Bize de edebiyat dersi vermek için geldi. İri yarı, esmer bir adamdı. Hatta bir esprisi harc-ı âlem olmuştu. Meşhur bir hukukçumuz vardır: Mahmut Esat Bozkurt. İstiklâl Harbi’nden sonra Türk haklarını beynelmilel arenada müdafaa etmişti. Bu Mahmut Esat, soyadı kanunundan sonra “Bozkurt” soy ismini almış; Esat Mahmut ise “Karakurt”… Bunun üzerine Mahmut Esat’a demişler ki: “Efendim, sizin isminizin benzer olduğu bir adam daha var, ne dersiniz buna?” Esat Mahmut’un da şöhreti iyi değildi. Biraz çapkın ve hovardaydı. Mahmut Esat da cevap olarak, “O benim tersimdir” demiş.
Esat Mahmut gayet gür bir sesi olduğundan sınıfa hâkim olabilirdi. Kısa bir müddet muallim muavinliği yapmıştım, yani mubassırlık. Lisenin en mühim yeri olan müdüriyete çıkan merdivenin başında beni nöbetçi bıraktılar. Orada talebelerin koşuşması, gürültü yapması vs. yasaktı. Bu kısım resmiyete mahsustu; çünkü müdür odası, müdür muavini odası falan var. Bana da kimseyi yaklaştırma demişlerdi. Oğlanın biri bir elinde ekmek, onu kemiriyor; bir taraftan da bir kâğıdı yumak yapmış, onunla top oynuyor. “Çekil buradan, yasak” dedim, afilli afilli cevap verdi. O zaman dedim ki: “Hadi bakalım müdür muavinliği odasına, orada hesap ver.” Bu defa odaya girmemek için direndi. Biz orada çekişirken Esat Mahmut duydu. Muallim odasının karşısındayız. O da dersten çıkmış, yanımıza geldi. “Sen muallim muavinisin ama bu sana itaat etmiyor, öyle mi?” diye sordu. Ben tasdik edince çocuğa dönüp davudî sesiyle öyle bir bağırdı ki! Çocuk titreye titreye kaçtı. Sinirlenip bağırdığında Galatasaray’ın duvarları çınlardı adeta.