19. yüzyılın son çeyreğinde devlet siyaseti haline getirilen “İttihad-ı İslam” temel olarak Sünnî Müslümanların birliğini sağlama ve bunu Osmanlı hilâfeti kanalıyla uluslararası alanda kullanma girişimiydi. II. Abdülhamid bu siyaseti -bunun yanı sıra- imparatorluğun değişik Müslüman toplumlarını kaynaştırma ve onların içinde yükseliş gösteren milliyetçi eğilimleri engelleme amacıyla da kullanıyordu. Buna karşılık söz konusu siyaset hayata geçirilirken, gerek ülke dışında, gerekse de imparatorluğun bilhassa Bağdat ve Basra vilâyetlerinde yoğunlaşan Şiî nüfusu büyük çapta dışlanıyordu.
19. Abdülhamid söz konusu siyasetin alanını genişletmek amacıyla Şiî müçtehidlere yönelik girişimler başlatmış, ancak bunlar anlamlı neticeler vermemişti. Buna karşılık müçtehidlere itaate öncelik veren Usûlî okulun bölgede kazandığı güç Osmanlı yönetimi için ciddi bir endişe kaynağı teşkil etmişti. Bu nedenle Şiîliğin yayılımı ve İran devleti tarafından desteklenen faaliyetleri önlemek için bölgeye çok sayıda Sünnî âlim gönderilmiş fakat bu çabalar da sonuçsuz kalmıştı.
“İnkılâb-ı Azîm” gerçekleştiğinde aşiretlerin Şiîliğe geçişi ile bölgede Şiî-Sünnî dengesi birinci mezhep lehine bozulmuş ve müçtehidlerin tavrı nedeniyle Osmanlı İttihad-ı İslam siyaseti etkisiz kalmış durumdaydı. 1908 sonrasında ise Osmanlı merkezi ile Şiî nüfus arasındaki ilişkinin niteliği değişmeye başlamıştır. Şiîler yeni rejimin getirdiği imkânlardan yararlanarak kapsamlı bir eğitim reformu başlatmış, yeni mektep ve medreseler açmış, 1910 yılında ise el-İlm adında yaygın biçimde okunan bir dinî dergi neşretmeye başlamışlardır.