“Şehrin en uzak köşesinden bir adam koşarak geldi ve “Ey kavmim, peygamberlere tabi olun! Sizden hiçbir ücret talep etmeyen, kendileri de hidayet yolunda yürüyen kişilere uyun!” dedi…” (Yâsîn 20-21)
Çoğumuzun ezberinde olan bu ayetlerde kendisinden söz edilen Habîb-i Neccâr, vaktiyle Antakya’da yaşamış bir dülgerdi. Toplumun ekseriyetinin aksine haramlardan sakınır, eline geçen paranın çoğunu fukaraya tasadduk ederdi. Zenginliğin ve refahın insanlara fıtratı unutturduğu o şehre üç peygamber birden gönderildiğinde, Habîb sadece onlara iman etmekle kalmadı, kendi halkını da hidayete tâbi olmaya çağırdı.
6 Şubat’ta yaşanan ve 10 şehrimizi birden etkileyen deprem felâketiyle on binlerce canımızı ebediyete uğurladık. Art arda meydana gelen depremler yalnızca insanî kayba yol açmadı, aynı zamanda çok sayıda tarihî eseri ve abideyi de ortadan kaldırdı. Onlardan biri, Antakya’nın manevî anlamda kalbi sayılabilecek Habîb-i Neccâr Camii idi. Külliyeden geriye bir yıkıntı ve Habîb’in çağları aşan haykırışı kaldı.a
Yıkılışlar ve yapılışlar, yok oluşlar ve dirilişler de insanoğlunun dünyadaki serüveninin ayrılmaz parçaları. Geride kalanların payına ibretlerin yanında, yardımlaşma ve dayanışma vazifeleri düşüyor. Bundan sonraki imtihanımız, içtimâî dokumuzu sağlamlaştırmak ve fıtrata uygun çevreler inşa etmek olacak. Bunu sadece kendimiz için yapmayacağız, gelecek nesillere yönelik bir borç olarak üstleneceğiz.
Derin Tarih’in Mart dosyasını “Balkanlar’da Osmanlı Barışı” olarak belirlemiştik. Depreme rağmen, bu konuyu değiştirmedik. Balkanların vaktiyle yaşadığı diriliş, geleceğimizi kurma yönünde çok büyük ibretler barındırıyordu çünkü. İstikbale doğru bakarken alabileceğimiz birçok ilhamı Balkanlar’da bulabilecektik.
Sizleri dosyamızla baş başa bırakırken, âhirete tevdi ettiğimiz canlara rahmet, geride kalan yakınlarına sabr-ı cemîl, yaralılarımıza da acil şifalar niyaz ediyoruz.
Hayırla görüşmek üzere…