Türkçenin en köklü, en sıcak kelimelerinden biri ev. Bu kelime etrafında oluşan bir dünyamız var. Oda, sofa, hayat, kiler, mutfak, avlu, eyvan, kaş, şahnişin, cumba, eşik, kapı, yüklük, sergâh, çardak, çatı, bahçe… Ev aileyi çağrıştırır; ocaktır aynı zamanda o. Ocağın sönmesi, evin artık aileyi barındıran bir yer olmaktan çıkması demektir. Mehmed Âkif İstiklâl Marşı’na boşuna;
Korkma sönmez bu şafaklarda
yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde
tüten en son ocak
mısraları ile başlamaz.
Ocağımız söndüğünde, ailemiz tükendiğinde, mahallemiz harap olduğunda yurdumuza alçaklar uğramış demektir!
Ev/ew/eb/iv/öy/üy… Evimiz önce çadırdı, yani yurt. Kazakistan’da yarım saat içinde kurulup sökülen “kiyiz üy”, yani keçe evleri, çadırları gördük.
Divan ü Lügati’t-Türk’te “evdeki buzagu öküz bolmas” atasözüne rastlarsanız, şaşırmamalısınız. Şimdi böyle söylemiyoruz elbette: Ev danası öküz olmaz! Divan’da evle ilgili hayli açıklama var. Ev oku, “evin orta direği” demek. O zaman da evle barkı birlikte kullanıyormuşuz. “Kelişlig barışlıg ev” gelişli gidişli ev, yani misafir evi. Kapuklug ew (kapılı ev), konuklug ew (konuklu ev), konukluk ew (ziyafet evi), dar ew, dörtgül ew (kare şekilli ev), ev bezetmek (ev süslemek). “Evsemek” yeni bir kelime gibi görünüyor, değil mi? Divan ü Lügati’t-Türk’te var, o zaman da insanlar evini özlüyormuş!