Propaganda, en ilkel örneklerinden bugüne yedinci sanatın merkezinde yerini almıştır. İlk sinema filmi olarak kabul edilen, 1902 yılında Georges Melies’in çektiği Le Voyage Dans La Lune (Aya Yolculuk)’den sonra endüstri hızla gelişmiş, kısa süre içerisinde yarışmalar düzenlenecek sayıda film üretilmeye başlanmıştır.
Oscar diye bilinen ve Amerikan politikalarının propagandasını yapmak üzere müesseseleştirilen Akademi ödülleri, ilk sinema filminden yalnızca 25 sene sonra, yani 1927’de sahiplerini bulur. Akademi ödüllerinin ardından organize edilen ve bugün de önemini sürdüren Viyana Film Festivali ise Nazi propagandasının bir ayağı olarak 1932 yılında düzenlenir.
1938 yılında Venedik Film Festivali büyük ödülü, 1936 Olimpiyatlarını konu edinen ve Nazi propagandasının bir ürünü olan Leni Riefenstahl’in Olympia filmine verildikten sonra Yahudiler tarafından bir tepki olarak 1939’da Cannes Film Festivali tertiplenir. Başlangıcından itibaren ‘barışçıl’ ve ‘özgür’ olduğu iddiasıyla herkesi mutlu etmek üzerine bir politika yürütse de festival tarihi içerisinde pek çok ideolojik sorunlar baş gösterecektir.
Örneğin 1968 yılında Fransa öğrenci ve işçi hareketleri üzerine Jean Luc Godard ve Francois Truffaut festivale karşı bir tutum sergileyince, Terence Young, Monica Vitti ve Roman Polanski festival jurisinden ayrılırlar. O yıl festival, planlanandan beş gün önce kapatır kapılarını.
Bu süreçte uluslararası sorunlar da festivali etkiler. Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’yı işgaliyle birlikte komünist rejime karşı bayrak açan yönetmenlerin Cannes’da ödüllendirilmesi bu yönetmenlerin Hollywood’a sığınmalarına yol açar. Cannes, komünizm karşıtı politikalarını o dönemde hep sürdürür. 1981 yılında Polonya Dayanışma Hareketi, komünist rejime karşı gelince Cannes’da Altın Palmiye Man of Iron filmi ile Polonyalı yönetmen Andrzej Wajda’ya gider. Böylece o sene büyük ödül Polonya Dayanışma Hareketi’ne verilmiş olur.
Perdesinde politik gündemin rüzgarlarını sıklıkla hissetiğimiz Cannes Film Festivali 74 senedir sinemacılar ve sinema severler tarafından merakla bekleniyor. Binlerce filmin arasından seçilen 20 filmin yarıştığı festivalin büyük ödülü olan Altın Palmiye’nin sahibi, alanında çok önemli isimlerin yer aldığı uluslararası sanatçılardan oluşan bir juri tarafından belirlenmekte.
Ödül alan yönetmenin dünya çapında üne kavuşması, filmin ise sinema tarihine adını yazdıracak olması Altın Palmiye’yi bizim sinemamız için de önemli bir yere taşımıştır. 1981 yılında Yılmaz Guney’in Yol’u, 2014’te ise Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu adlı filmi bu ödülü alarak Türk sinemasının dünya film endüstrisi tarafından keşfedilmesini sağladı.
Cannes’ın son 20 yılda öne çıkardığı filmlere baktığımızda sosyal adaletsizlik, işsizlik, mülteci sorunu ve parçalanmış aileler gibi toplumsal meselelerin işlendiğini görürüz. Bunların yanı sıra sık sık özgürlük başlığı altında cinsiyetsizlik, şiddet ve feminizm öncelikli temalar festivalin seçkilerinde yer alarak ödüllendiriliyor.
Bu yıl 74.’su düzenlenen festival, büyük ödülü yine tartışmalı bir yapıma verdi. Film henüz gösterime girmedi ancak girdikten sonra tartışmalar alevlenecek gibi görünüyor.
Önceki senelerde kürtaj yasaklarını ya da eşcinselliği ödüllerle gündeme taşıyan Cannes Film Festivalinde bu yıl Julia Ducournau’nun Titane adlı “karanlık fantezi” diye nitelendirilen tuhaf filmi -eleştirmenleri dahi şaşırtan bir kararla- Altın Palmiye ödülünü kazandı. Filmi Fransız devlet kanalı France 24, “Cinsiyetleri büken, türleri birbirine karıştıran, aynı ölçüde hem şok eden hem de sevindiren bir tuhaf seri katil filmi olan Titane, sinemadaki en prestijli ödüllerden biri için kesinlikle cesur bir seçim” ifadeleriyle tanımladı.
Cinsiyetler üstü bir kaosun kapısını aralayarak yeni dünya düzenine göz kırpan bir tema, aile kavramının çöküşü, şiddet ve cinsellik sosuna bulanarak nihayetinde sinema aracılığıyla dünyaya sunulmuş oldu.
Artık “distopik” diyemeyeceğimiz bu meseleler sanat aracılığıyla tanıtılmaya ve medya kanalıyla yayılmaya devam edecek gibi görünüyor. Böyle önemli festivallerde ödül verilen filmlerin eşcinsellik ve feminizm üzerine kurgulanması, bundan sonra çekilecek filmlerin de gündemini belirleyerek bu konuların daha çok köpürtüleceğinin sinyalini veriyor.