İstanbul’un Aksaray semti Çakırağa Mahallesi nüfusuna kayıtlı İdris Sabih Efendi, Dârulfünûn Hukuk Mektebi’ni bitirmesine iki ay kala askere alındığında, tarihler 10 Ağustos 1914’ü gösteriyordu. Birinci Cihan Harbi patlak vermiş, imparatorluğun gencecik nesilleri cepheden cepheye savrulmuştu. İdris Sabih’in talihine ise 6. Ordu bünyesindeki Medine Kuvve-i Seferiyesi düşmüş, birinci şubede Fahreddin Paşa’nın sır kâtibi olarak görevlendirilmişti.
Medine-i Münevvere’de kaldığı süre boyunca, fıtraten zaten duygusal bir insan olan İdris Sabih’in Hz. Peygamber’e bağlılığı aşk seviyesine yükseldi. Fahreddin Paşa’nın idare ettiği meşhur “Medine Müdafaası” sırasında komutanından bir an bile ayrılmayan İdris Sabih, nihayet mütareke imzalanıp da Medine’den çekilmek mecburiyeti doğunca, duygularını çok içli bir şiirle ifade etti. Şiirin son dörtlüğü, herhalde tarihe meraklı herkesin ezberindedir:
Yapamaz Ertuğrul Evlâdı sensiz,
Can verir, cânanı veremez Türkler.
Ebedî Hâdimü’l-Harameyn’iniz,
Ölsek de Ravzanı ruhumuz bekler!
Yürekten dökülen bu satırlar, Müslüman Türklerin Mekke ve Medine’ye hangi açıdan yaklaştıklarının çok çarpıcı bir hülasasıdır. Hissedilen, hesapsız bir imanın eşlik ettiği manevî bir sorumluluktur. Başka hiçbir şey, bu saf ve tertemiz zemini bulandıramaz.
Derin Tarih olarak bu ay Kutsal Emanetler konusunu siz kıymetli okurlarımıza takdim ederken, Osmanlı’nın ufkunda İslâm’ın nerede durduğunu bir kez daha hatırlatmak istedik. Zira sadece somut bazı eşyalar veya hatıralar değildi söz konusu olan; koskoca bir milletin teslimiyeti, muhabbeti ve samimiyetiydi. Dosyamızı okurken, “Ölsek de Ravzanı ruhumuz bekler!” mısraında özetlenen o şuuru derinden hissedeceksiniz.
Yeni sayımızda, hayırla görüşmek üzere…