Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni bir Ortadoğu’nun şekillenmesi, 20. yüzyılın etkili ideolojilerinden “Arap milliyetçiliği”nin tarihî arka planının inşa edilmesinden derin biçimde etkilenmişti. Bu süreçte eski imparatorluk coğrafyasında yükselen yeni yapıların hepsi, Filistin mandat idaresindeki Yahudilere verilen statü bir kenara bırakılırsa, Arap ulus-devletleri idi. Aynı dönemde Ermeni ve Kürt milliyetçi hareketlerinin bağımsız devlet kurma girişimleri başarısızlıkla neticelenmiş ama Suriye, Irak, Lübnan ve Ürdün benzeri mandat rejimi ya da koruma altına konulmalarına karşılık kendilerini “Arap” olarak nitelendiren yapılanmalar doğmuştu. Bu yeni devletler ise kendilerini doğuran süreci “milliyetçilik” ve onun fiilî aşaması olan “Arap İsyanı” üzerinden açıklamışlardı.
Bu, şüphesiz Arap dünyasındaki tek yaklaşım olmamıştır. İlerleyen yıllarda bölgesel rakiplerini tasfiye ederek Hicaz, Ha’il ve Asir’i devletine katan Abdülaziz ibn el-Sa‘ud Arabistan’ın geniş bir kısmını kapsayan Vahabi, İmam Yahya Hamideddin ise Yemen’de Zeydî inancını temel alan devletler kuracaklardı. 1914 yılında imzalanan Anglo-Turkish Convention çerçevesinde İngiliz nüfuz alanına girdiği kabul edilen Körfez şeyhliklerinde ise yerel hanedanların egemenliği sürmüş, bu nedenle Körfezde Arap milliyetçiliğine yönelik mesafeli bir yaklaşım gelişmişti.
Arap milliyetçiliği bu çerçevede bölgedeki yeni devletlerin önemli bir bölümünde resmî ideoloji haline geldi. Arap İsyanı’nın liderlerinden Emir Faysal ibn Hüseyin kısa süren Suriye macerası sonrasında Irak Kralı yapılmış, Şerif Hüseyin’in diğer oğlu Abdullah ise kurulan Ürdün devletinin başına geçirilmişti. Dolayısıyla Arap milliyetçiliği “akademik” bir konu olmanın ötesinde çok sayıda yeni devletin “kurucu ideoloji”si olmuştur. İlerleyen yıllarda Pan-Arabizm’in kazandığı güç de konunun objektif biçimde ele alınmasını fazlasıyla zorlaştırdı.
Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…