“Akıbeti belli değil.” Bu cümleyi çocuklar için kullanmak ne kadar üzücü! Azerbaycan topraklarının 1992-93’te Ermenistan ordusu tarafından işgali sırasında rehin alınıp geri verilmeyen 29 çocuk için ne yazık ki bu ifadeyi kullanmak zorundayım.
Bu üzücü tablo rakamlara şöyle yansıyor: İşgal sırasında 20 bin insan acımasızca katledilmiş, 50 bin kişi sakat kalmış, 4 bini aşkın kişi de kaybolmuştu. Kayıp vatandaşlardan 52’si çocuk, 292’si kadındır; 392 de ihtiyar vardır. Kayıpların 872’sinin Ermenistan ordusu tarafından esir ve rehin alınıp geri verilmediği biliniyor. Bunların 98’i kadın, 102’si ihtiyar, 29’u ise çocuktur. Bu yazıya konu olan, işte bu 29 çocuk.
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin uluslararası örgütlere başvuru ve taleplerine rağmen Ermenistan uluslararası hukuk normlarını ve en temel insanî değerleri önemsemeksizin bu çocukların akıbetleri konusunda bilgi vermemekte ısrarlı. Kayıp çocuklar bugün hâlâ yakınları tarafından aranıyor, yolları gözleniyor.
Azerbaycan, Almanya, Rusya, Gürcistan ve Ermenistan’ın hukuk savunmacılarından oluşan Uluslararası Çalışma Grubu ve Uluslararası Kızıl Haç Komitesi tarafından Ermenistan ordusunun rehin aldığı insanların akıbeti hakkındaki bilgilerin saklandığı hususunda bazı delillere ulaşılmıştır. Uluslararası Kızıl Haç temsilcileri esir ve rehinelerin bazıları ile görüşmüş, ailelerine mektup getirmiş veya listelerde ulaşılan isimlerini sunmuştur. Buna rağmen Ermenistan esir ve rehineler konusundaki bilgileri saklamakta, soruları cevapsız bırakmaktadır.
Ermenilerin rehin aldıkları çocuklarımızı bize karşı kullanacaklarına şüphe yok. Nitekim rehin alınmış çocuklar arasında bugün yaşı 30-35 olan kız çocukları var ve bugün hangi amaçla kullanıldıklarını düşünmek dahi yürek parçalıyor. Diğer taraftan, Ermenistan’ın insan organlarının satışında donör devletler listesinde ön sırada olduğunu düşününce esir ve rehine vatandaşlarımızın bu açıdan hedef alındığını söylemek de mümkün.
Azerbaycan’ın yaşadığı ciddi sorunlardan biri, kayıp çocuklarla ilgili araştırma yapılmasının imkânsız olmasıdır. Bir başka problem, uluslararası örgütlerin Ermenistan’ın hukuka aykırı davranışlarını görmezden gelmesi, görevlerini sadece teknik biçimde gerçekleştirmekle, örneğin soru mektupları ve listeleri taşımakla postacı hizmeti yapmakla yetinmeleridir. Geçen her günün esirler için daha tehlikeli olduğunu dikkate alırsak, uluslararası örgütlerin süratli ve etkili çalışmasının önemi anlaşılacaktır. Ancak uluslararası örgüt temsilcilerinin, herhangi bir tutuklanma hücresinde bulundukları takdirde esir ve rehine görmedikleri için “Ermenistan’da veya Dağlık Karabağ’da Azerbaycanlı esir ve rehine yoktur, Azerbaycan bu konuda sadece propaganda yapıyor” türünde açıklamada bulunmalarını anlamak güç.
Savaş zamanı esir ve rehin alınanların hakları 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi tarafından korunmaktadır. Buna göre esir ve rehinelere karşı şu davranışlar yasaklanmıştır:
- a) Hayatına ve şahsiyetine kastetmek, herhangi bir şart altında öldürmek, sakatlamak ve kabalık etmek, işkence yapmak;
- b) Rehin almak;
- c) Şerefini aşağılamak, hakarette bulunmak.
Ayrıca sözleşmenin bu maddesi yaralılar ve hastaların savaş bölgesinden uzaklaştırılması, onlara yardım edilmesi talebinde bulunur.