Gün geçmiyor ki Hindistan’daki Müslümanlara yönelik saldırıların tırmanışa geçtiğine dair medyaya yeni haberler düşmesin. Elbette alt kıta Müslümanlarının maruz kaldığı zulümler günümüzdekilerle sınırlı değil. Biraz daha geriye gidersek, başarısızlıkla neticelenen 1857 Hint Ayaklanması -bugün artık Hintli ve İngiliz tarihçilerin de kabul ettiği üzere- İngilizlere karşı hemen her kesimin katılımıyla gerçekleşen millî bir bağımsızlık mücadelesi olmasına rağmen, o günlerde hadisenin faturası tamamıyla Müslümanlara kesilmiş, İngilizlerin hışmına uğrayanlar Müslümanlar olmuştu. Ayaklanmayı acımasız ve vahşi bir şekilde bastıran İngilizler, ellerine geçirdikleri Hintli Müslümanları, hadiseye dahil olup olmadıklarına bakmaksızın, asarak idam etmişlerdi. İngiliz askerler ne kadar çok Müslümanı idam ederlerse o kadar saygı görmüştü. Hatta bu başarıları sayesinde rütbeleri yükseltilerek onurlandırılmışlardı. İngilizlerin bir diğer barbarlığı da yakalanan Hintli Müslümanları bir topun önünde toplayarak üzerlerine ateş edilmesi neticesinde paramparça edilmeleridir. İngiliz askerlerin Müslümanları bu şekilde öldürdüğünü haber alan Genel Vali Lord Canning bile rahatsız olmuş, bu rahatsızlığını ifade etme ihtiyacı hissetmiştir. 1857’deki zulümlerin üzerinden iki asra yakın süre geçmesine rağmen Hindistan’da azınlık durumunda bulunan Müslümanlara yapılan baskılar maalesef bugün hâlâ devam etmekte.
Alt kıta coğrafyası hakkında yeterli bilgisi olmayanlar, Hindistan’da baskı veya zulme maruz kalanların bir avuç Müslümandan ibaret olduğu şeklinde yaygın fakat yanlış bir kanaate sahip. Hâlbuki 200 milyonu aşkın Müslüman nüfusuyla Hindistan, dünyadaki en kalabalık Müslüman azınlığa sahip ülke. Bu yanlış kanaatin elbette bazı sebepleri var. Birincisi, Hint Müslümanları ile üzerinde yaşadığımız coğrafyayı birbirine bağlayan en kuvvetli bağ konumundaki kurum olan hilafetin 1924’te ilga edilmesidir. Hilafetin ilgası Hindistan’da büyük tepki ve çalkantılara yol açmıştır. Önce bu tür haberlere itibar edilmemiş; fakat doğru olduğu anlaşılınca hilafetin ilga kararı Müslümanların ekserisi tarafından İslâm dışı olarak değerlendirilmiştir.3 İkinci sebep, 1947’de ülkenin Britanya tarafından bölünerek Pakistan ve Hindistan şeklinde iki ulus devletin ortaya çıkmasıyla neticelenen süreçtir. Zira bu hadiseden sonra Hindistan’daki Müslümanların tamamının Pakistan’a göç ettiği ve Hindistan’da hiç Müslüman kalmadığı şeklinde yanlış bir algı oluşmuştur ki bu kanaat insanımızı Pakistan’a yaklaştırdığı kadar, ilginç bir şekilde Hindistan’dan uzaklaştırmıştır. Hâlbuki o tarihlerde de Hindistan’daki Müslüman nüfus azımsanmayacak düzeydeydi (yaklaşık 35 milyon).