İlki 1943 yılında yapılan adlî yıl açılış konuşmaları, -Türkiye’deki siyasî atmosferle uyumlu biçimde- sonraki dönemlerde giderek militanca bir içerik kazanmış, nihayet 1967-68 yılının açılış töreninde dönemin Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in dilinden şu sözler dökülmüştü:
“Türkiye’de bir İslâm devleti ve hilâfet rejimi kurmak, Türk milletini dinî esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan mistik hezeyan halindeki bir avuç meczûb, ruh hastası veya dini, kazanç metaı haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın en temiz varlığını, itikadını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirgânlar – o bezirgânlar ki, dinin emrettiğini yerine getirmezler, yasak ettiklerini gizli gizli yaparlar ve fakat dindar görünürler – evet bunlar ve bir takım hurafeleri dinî esaslar gibi göstermeye kalkan ve bu suretle halkı uyuşturan kökü dışardaki yurt düşmanları daima hüsrana uğrayacaklardır.”
Konuşmasının devamında, hedef tahtasına oturttuğu dindarların hepsini “Nurcular” kelimesiyle yaftalayıp geçen İmran Öktem, hızını alamayarak, “Tanrı’yı da insanların yarattığını” ifade etmişti. Türkiye’nin dindar Müslüman halkının vicdanında büyük infiale yol açan bu sözlerin sahibi, aslında Anadolu kökenli muhafazakâr bir ailenin oğluydu. Hikâyenin en acıklı noktası da aslında burası.
İmran Öktem, Nevşehirli Süleyman Abdi Efendi ile eşi Fâtımâtüzzehrâ Hanım’ın oğlu olarak 1904’te İstanbul’da dünyaya gelmişti. 1924’te Kabataş Lisesi’ni, 1927’de de Dârulfünûn Hukuk şubesini bitirdikten sonra meslek hayatına atılan Öktem, sırasıyla Sinop, Sarıkamış (Kars) ve Uzunköprü’de (Edirne) hâkimlik yapmış, 1936’dan itibaren de Ankara’ya yerleşerek kariyerindeki yükselişini sürdürmüştü. 1949’da Yargıtay üyeliğine seçilen Öktem, 1952’de Yargıtay İkinci Başkanı olmuş, 1 Mart 1966’da da Anayasa Mahkemesi üyeliğine terfi eden Ahmet Recai Seçkin’den boşalan başkanlık koltuğuna oturmuştu.
Yargıtay Başkanı olduktan sonra “dinci”lere yönelik husumeti daha da yoğunlaşan İmran Öktem, “dönemin ruhu”na uygun olarak Türkiye’deki pratik İslâmî hayatın her türlü tezahürüne “laiklik” adına savaş açmıştı. Adalet Partisi başta olmak üzere muhafazakâr çizgide gördüğü bütün parti ve siyasetçilere “din bezirgânı” yaftasını yapıştıran Öktem, yukarıda alıntılanan konuşmasında örneğini sergilediği türden saldırgan üslubunu her fırsatta ortaya koyuyordu.
Sonunda, her faninin mukadder âkıbeti İmran Öktem’i de buldu: 1 Mayıs 1969’da, ölüm meleği Öktem’in emanetini teslim aldı.
Hayatını “dinci”lerle savaşmaya adamış olan Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in cenazesinin Ankara’daki Maltepe Camii’nden kaldırılmasına karar verildi. O tarihlerde Kocatepe Camii henüz yapılmamış olduğundan, Maltepe bir tür “protokol camii” işlevi görüyordu. Hacı Bayram ise Cumhuriyet’in laik elitlerinin gözünde “demode” ve “fazla muhafazakâr” bir mekân addediliyordu. Öktem’in cenazesi için Maltepe Camii tek istikametti. Ancak cenaze töreni, zannedildiği kadar kolay gerçekleşemeyecekti.
İmran Öktem’in cenazesi musalla taşına yerleştirildikten sonra, cenaze namazı bir türlü başlamamıştı. Ortalıktaki telaşlı koşuşturmacadan, bir terslik olduğu belliydi. Derken, gerçek anlaşıldı: İmam, Öktem’in namazını kıldırmak istemiyordu. Cami cemaati içinde de “Hayat boyu İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık eden birinin namazının kılınmayacağını” söyleyenler epey fazlaydı. Cenaze namazı için bekleyen CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, beraberindeki askerî ve sivil heyetle, bir kenarda durmuş, olan biteni izliyordu. İnönü, CHP Ankara İl Başkanı Rauf Kandemir’e, namazın kılınmasını temin etmesi direktifini verdi. Az sonra bir “gönüllü” namazı kıldırmak istemiş, İnönü ise duruma mani olarak, yetkin bir imam bulunmasını istemişti. Nihayet, Yargıtay üyelerinden Abdullah Polat Gözübüyük’ün kardeşi İzzet Gözübüyük, “Paşam, ben imamlık yapabilirim” deyince, cenaze namazı kılınabilmişti.
Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…