Bazı insanlar vardır, buzdağı gibidir; meşguliyetlerinden başlarını kaldırmadan sükût dehlizlerinde kendi başlarına çabalarlar. Eğer entelektüel bir kimlikleri varsa tarihe bir not bırakmak gayreti içinde akıp giden zamanın realitesine daha ziyade odalarının penceresinden şahitlik ederler. Bazı insanlar da volkan gibidir; çok derinlere uzanan hissiyat damarlarından içlerindeki varlık ateşini püskürtmeden yaşayamazlar. Sürekli infilak eder ve her patlamada kendi kıymet ölçüleriyle çevrelerini tesir ve hakimiyet lavları altında bırakırlar. Necip Fazıl Kısakürek ikinci zümrenin en ileri numûnelerindendi. Şair ve sanatkâr. İdeolojik önermelerini bir tarih muhasebesi üzerinde örgüleştiren düşünce adamı. Türk tiyatrosunun önde gelen muharriri. Fakat daha ziyade ve evleviyetle aksiyoncu.
Şahsiyetinin bu hakim vasfı içinde ilk gençlik döneminden başlayarak ömrünün sonuna dek bulduğu türlü vesilelerle bir süvarinin ata hâkimiyeti gibi realiteye hükmedişin imkânlarını istismar etti; düşüncelerini eylemin çeşitli vasıtaları üzerinden yaygınlaştırdı. Kitapları, gazete yazıları, 35 senelik müddet içinde sık sık kapatıldığı için defalarca yeniden çıkardığı Büyük Doğu dergisi, davasının kadrosunu oluşturmak ve böylece Anadolu sathında teşkilatlanabilmek için kurduğu Büyük Doğu Cemiyeti, b.d. Fikir Kulübü, vs…
Bütün bu fikir mihraklı aktiviteler onun eylemci kişiliğinin tezahürleriydi. Tabii bir de “Kürsüden Seslenişleri”, yani konferans ve hitâbeleri…