Osmanlı haritacılığı gibi az incelenen bir alanda çalışıyorsunuz. Konuya ilginiz nasıl başladı?
Osmanlı haritacılığı üzerinde çalışmaya başlamamız Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfu. Rahmetli hocam Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu (ö. 1990) bana Kâtib Çelebi’nin Cihânnümâ’sını yüksek lisans tezi olarak vermişti. Eserin yazmaları, bilindiği üzere haritalarla dolu. Haritalar çıkınca da bunları anlayalım derken haritacı olduk! Osmanlı haritacılığında âdeta pirimiz –yakınlarda vefat etti, dinince dinlensin- Thomas Goodrich’tir. Onunla, zannediyorum 1988-89’da Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde tanıştım. Haritacılığa nasıl merak saldığını anlatmıştı: Doktora tezinde, 16. yüzyılın önemli tarihî coğrafya eserlerinden ve derleyecisini henüz bilmediğimiz Târîh-i Hind-i Garbî’yi çalışırken, yazmadan harita çıkıyor ve o da zamanla haritacı oluyor.
Aynı vaka sizin başınıza da geldi yani…
Evet. Tabii biz başladığımızda saha boştu, çekindik biraz. Çünkü yardım alacak kimse yoktu. Tam o sıralarda Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin ilgili maddesi oradaki hocalarımızın sevkiyle bize tevdi edildi. Sonrasında birkaç makale daha yazdım, sahanın içine girince de arkası geldi.
Osmanlılarda “harita” dediğimizde ne anlamalıyız?
Osmanlılar İslam literatüründeki levh, tersim, tasvîr, sûret, resm vs. tabirlere, doğrudan Batıdan alınan harta, karti, dünya haritası anlamında papamonta gibi yenilerini ekliyorlar. Harita kelimesinin Anadolu Türkçesinde “harta, hartı” şeklinde kullanımı muhtemelen Pirî Reis ve Seydi Ali Reis ile yaygınlaşıyor. Mesela Kâtib Çelebi “resm-i harita” tabirini, çoğu zaman yaptığı gibi, Türkçeleştirerek “harta resmi” şeklinde aktarıyor. Sonraki yıllarda da “harta” ve “resm” kelimeleri çoğunlukla birbirinin yerine kullanılıyor.
Devamı Derin Tarih Dergisi Haziran 2016 Sayısında…