Koleksiyoner Mehmet Çebi’nin geçtiğimiz yıl koleksiyonundaki hilye ve tesbihleri sergilemek üzere bir müze kurduğunu duymuş olmalısınız. Peki nasıl bir hikâyesi var müzenin? Kendisiyle hilyeleri, ilginç koleksiyonerlik macerasını ve müzenin kuruluş hikayesini konuştuk.
Koleksiyonerlik maceranız nasıl başladı?
Fakültede okuduğum yıllarda Beyazıt denildiğinde aklımıza iki yer gelirdi: Birincisi caminin yanındaki Çınaraltı, ikincisi Sahaflar Çarşısı. Ben vaktimin çoğunu bu iki mekânda geçiriyordum. Çınaraltı’nda daha ziyade tesbih ve saat türünde eşyalar satılıyordu. Sahaflar Çarşısı bugünkü gibi üniversite kitaplarının satıldığı bir yer değildi. Elyazması kitaplar, hat levhaları, taş baskılar ve fermanlar da satılırdı. Buralara gide gele bazı dostluklar kazandım ve böylece koleksiyonerliğe ilk adımımı atmış oldum.
İlk aldığınız parçayı hatırlıyor musunuz?
Tabii! Bende İmam Hatip’ten gelen bir hat merakı olduğu için sahaflara sürekli göz gezdiriyordum. Dükkân sahiplerinden Turan Bey’de Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin iç içe geçmiş “Ali-Fâtıma” yazılı istif levhasını gördüm. Fiyatını sordum, 700 dolar dedi. Ben de o günün şartlarında 700 doları birden veremeyeceğimi, ancak taksitle ödeyebileceğimi söyledim. Teklifimi kabul etti. Böylece koleksiyonerlik macerama Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin levhasıyla başlamış oldum.
Devamı Derin Tarih Şubat Sayısında…