KONUŞAN: ÖZLEM KOCUKELİ ÖZBAY
Yemen deyince, coğrafî açıdan hayli zorlayıcı, toplumsal yapı bakımından da kaotik bir bölgeden bahsediyoruz hocam. İsterseniz, Osmanlıların kadim İslâm toprağı Yemen’e ilgisinin hangi tarihlerde, hangi hadiselerle tetiklendiğiyle başlayalım.
Osmanlıların güneye, yani Mısır’a ve buradan da Kızıldeniz ve Hindistan’a ulaşmak istemelerinin esas sebebi coğrafi keşiflerdi. Aslında coğrafi keşifler, Osmanlı İmparatorluğu’nu dünya çapında bir konuma oturtmak üzere yeni bir dönemin başladığı süreçti. Genellikle bu keşiflerle Osmanlılar arasında bir irtibat kurulmasa da aslında tam tersine coğrafi keşiflerin varlığı Osmanlıların hem Akdeniz’de en batıya kadar ilerleme hem de güneyde Kızıldeniz üzerinden Hint denizlerine ulaşma amacına yönelik çeşitli seferleri organize etmelerine sebep olmuştu. Böylelikle dünya tarihinde çok önemli bir dönemde ve çok önemli bir coğrafyada hükümrân olmalarının önünü açmıştı. Bu sebeple, bu sorunuza cevap vermek için söze oradan başlamak lazım. Doğu Dünyasına ulaşmak için Batı Avrupa’dan yola çıkan iki ülke denizcileri vardı. İspanya ve Portekiz.
İspanya aynı coğrafyaya batı yönünü takip ederek ulaşacağını düşünüyordu ki, o gün de coğrafi bilgilere göre devamlı batıya gidilirse doğuya ulaşılacağı biliniyordu. İspanyollar karşılarına çıkan yeni kıtanın neresi olduğunu ilk anda anlamamışlardı bile. Portekizlilerin Afrika’yı dolaşarak Hint denizlerine ulaşması ise zannedildiği gibi çok da kolay olmamıştı. Hatta ilk denemeleri hep başarısızlıkla neticelendi. Bu başarısızlıklarını aşmaları hususunda kendilerine rehberlik eden çok önemli Müslüman bir Arap coğrafyacısı vardı: Eski İslâm coğrafi geleneklerini ve Hint denizlerini, bu denizlerin seyrüsefer özelliklerini çok iyi bilen, üstelik bu konuda bir de kitap yazmış olan Ahmed ibn Mâcid. Kendisi Batı’da da çok iyi tanınan bir denizcidir. İbn-i Mâcid, Hint coğrafyasını ve denizlerini, oradaki iklimi ve muson rüzgarlarını gayet iyi biliyordu. Portekizliler de bu yüzden ondan yardım istediler ve onun rehberliği sayesinde Hint Okyanusu’na girebildiler. Çünkü doğrudan Güney Afrika kıyılarını takip ederek Hint Okyanusu’na ulaşmak esasen coğrafi olarak imkânsızdı; iklim ve rüzgârlar buna müsaade etmiyordu. Genellikle kıyılara, kayalara çarparak gemiler tahrip oluyordu. Bunu çok iyi bilen İbn-i Mâcid, öncelikle onları önce güneye indirdi, sonra doğu ve kuzeydoğuya doğru yönelmelerini sağladı. Bu sayede Portekizliler Hint denizlerine ulaşma yöntemini de elde etmiş oldular. Tabii ki sonradan bu yolları başkalarına da öğrettiler ama ilk kendilerinin öğrenmesi, İbn-i Mâcid sayesinde olmuştur. Bunu da mutlaka hatırda tutmak gerekir.
Bu dönemde, yani 16. yüzyılın ilk yıllarında, artık güçlü Portekiz donanmaları Hint Okyanusu’na ulaşınca iki istikamete doğru yönelerek hem barınmak ve tutunmak hem de oralarda kendileri için müstahkem mevkiler, kaleler kurmak gibi birtakım planları tatbik etmeye başladılar. Bu iki istikametten biri Hindistan, diğeri Kızıldeniz idi. Kızıldeniz olmasının gerekçesi, eski ticaret yollarının ana güzergâhı olmasıydı. Kızıldeniz üzerinden ticaret Mısır’ın Akdeniz iskeleleri olan İskenderiye, Reşid ve Dimyat’a ulaşıyor, oradan da bütün Müslüman ve Avrupalı Akdeniz ülkelerine ulaşıyordu. Burası kadim bir güzergâh olduğu için Portekizlilerin öncelikli amacı bu güzergâhı değiştirmekti. Ama Papalık makamının da kendilerinden beklediği gibi daha önemli bir vazifeleri vardı: Müslümanların bu bölgedeki en kutsal mekânlarını tahrip etmek. Çünkü Kudüs Hıristiyanların kutsal bir mekânı olarak Müslümanların elindeydi. Onlar da “o bölgelere kadar ulaştıklarına göre, Müslümanların kutsal mekânlarını tahrip etmeleri gerektiği” gibi bir sorumluluk üstlendiler.
Bu iki gerekçeyle, hem ticaret yollarını kendi lehlerine çevirmeyi, hem de Müslüman makamlara zarar verip oralarda üsler edinmeyi amaçladılar. Tabii bu sayede Müslüman tüccarların bölgeye gelmelerini de engelleyeceklerdi. Çünkü Portekiz o coğrafyaya gelmeden önce tamamen Müslümanların sulh içerisinde ticaret yaptığı, diğer toplulukların da bu ticarete katılabildiği bir düzen vardı. Ama Portekiz’in gelişiyle birlikte çok ciddi bir çatışma içine girildi ve Osmanlılar da bu sebeple o coğrafyaya özellikle girmek mecburiyetinde kaldı.
Devamı Derin Tarih Şubat Sayısında…