İDRİS BOSTAN: DENİZLERE HÂKİM OLMADAN KARALAR ELDE TUTULAMAZ

KONUŞANLAR: ÖZLEM KOCUKELİ ÖZBAY, MUNİSE ŞİMŞEK

Bugün Osmanlı denizcilik tarihi farklı perspektiflere, sorulara ve problematiklere kapı aralayan ciddi bir çalışma sahası olsa da siz 1985 yılında, “Osmanlı Bahriye Teşkilâtı: XVII. Yüzyılda Tersâne-i Âmire” başlıklı doktora tezinizi tamamladığınızdğınızda manzara hayli farklıydı. Bu bakımdan, adeta Osmanlı denizcilik tarihinin ufkunu açan bir çalışma idi teziniz. Osmanlı denizcilik tarihinin, göz ardı edilen bir alt başlık olmaktan, pek çok akademik çalışmayla bereketlenen temel bir çalışma sahasına dönüşme sürecini nasıl açıklarsınız?

Bizim ilmî mütalaalarımızda, tarih çalışmalarımızda yeni bir iddiada bulunmak kolay değildir. Osmanlı tarihi için de vaktiyle birtakım yargılamalar yapılmış ve bunlar yerleşmiş. Esasen biz de bunlarla yetiştik. Denizcilik bu yargıların kendisini en çok gösterdiği sahalardan biri idi. Denizciliğin hangi alt başlığını konuşursanız konuşun, mutlaka oradaki olumsuzluklara vurgu yapıldığını görürsünüz. “Türkler denizcilik nedir bilmezler. Denizci değildirler; çünkü Orta Asya kökenlidirler. Kara devletidirler…” Kara devleti oldukları doğru ama eksik. Padişahlar karaların sultanı olduklarını söyledikleri gibi hemen yanında denizlerin hakanı olduklarını da ilave ederler. Osmanlı sadece kara devleti ise, o halde padişahlar kendilerini neden “Sultanü’l-berreyn ve hakanü’l-bahreyn” diye tanımladılar? En erken dönemdeki padişahlardan itibaren bu tanımlama mevcut. II. Murad’da dahi var. Fatih Sultan Mehmed ise bunu hak ederek kullanan padişah. Bunun bile bir fikir vermesi lazım ama üzerinde hiç düşünülmemiş maalesef.

Denizcilik tarihi sadece bizde değil, Batı’da da ciddi anlamda çalışılıyor artık. Sempozyumlarda, kitap ve makalelerimdeki vurgularım yavaş yavaş araştırmalarda ve yapılan tezlerde karşılık buluyor, dile getiriliyor. Hatta “Osmanlı Akdenizi” başlıklı makale yazanlar bile oldu. Fakat önceki zamanlarda Osmanlı’yı Akdeniz’e dâhil bile etmezlerdi. Bizde ise bir hamaset vardı: “Akdeniz bir Türk gölü”. İşte bizdeki bu ifrat ve tefrit meselesi ilmî kriterlerle örtüşmemektedir. Taraf tutmayan bir tarihçiliğe ihtiyaç var. Taraf tutmamakla kastettiğim; nötr, hiç hissî tarafı, fikrî altyapısı olmayan bir yaklaşım da değil. Tarihi çarpıtmamak ve ideolojisine alet etmemek suretiyle, doğru bilgiler neyse, makul ölçülerle tarihin kendi metotlarıyla ortaya konulmasıdır. Bunu bize öğreten, üzerine kitaplar yazan Batılılar kendileri bu prensiplere riayet etmediler. Bizim entelektüelimiz, ilim adamlarımız, bu işi meslek edinmiş, mesele edinmiş bazı hocalarımız da bunu görmediler. Türkiye’nin entelektüel kimliğinin tam olarak oluşmaması veya tamamen ideolojik olarak bölünüp parçalanması da bununla alakalı.

Devamı Derin Tarih Aralık Sayısında…

Benzer konular