ALİ EMRE: “MEMLÜK DEVLETİ’NİN GERÇEK KURUCUSU, MÜSLÜMAN ŞARK’IN KALKANI BAYBARS’TIR”

KONUŞAN: TAHA KILINÇ

 

Bizde Memlükleri Osmanlı zaviyesinden değerlendirmek çok yaygın. Sizi, bir roman kahramanı olarak Baybars’ı seçmeye sevk eden neydi?

Nûreddin Zengî ile başlayıp Selâhaddîn ile gövdeleşen bir üçlemenin son halkası, son parçası Baybars. Kısa aralıklarla, peş peşe tarih sahnesine çıkan bu büyük önderlerin epeyce ortak noktası var. Suriye ile Mısır’ın merkezde olduğu, hemen hemen aynı topraklarda yaşıyorlar. Davaları ve düşmanları aynı. Baybars döneminde Haçlıların yanına Moğollar da ekleniyor üstelik. Üçü de Türklerin, Arapların, Kürtlerin duyarlı olanlarını bir araya getirerek başarıya ulaşıyorlar. Küresel kapışmaların, süreğen dünya savaşlarının gerçekleştiği 12 ve 13. yüzyılda suyu tersine çevirmeyi başaran adamlar. Bazı Batılı tarihçilerin tespitinden hareketle söylersek; Müslümanlığın küçük bir kasaba nüfusuna düşmesini engelleyen, bugün bizim de kendilerine çok şey borçlu olduğumuz önderler. Cihadın yanında ilme ve imara da önem veriyorlar. Aralarında ay farkı olsa da aynı yaşta öldükleri söylenebilir. Ortalama 55 yaş. Üçünün de kabri Şam’da. Üzerleri zamanla örtülmüş olsa da bu üçlüyü, tarihin bizzat kendisi seçmiş aslında.

Kıpçak bozkırından Kahire’ye, kölelikten sultanlığa uzanan çok çarpıcı ve öğretici bir biyografisi; çok ilginç ve renkli, sinematografik bir hayat hikâyesi var Baybars’ın. Ta Mısır’dan kalkıp bugün bizim yaşadığımız topraklara gelen bir Müslüman. Antakya’yı fetheden komutan. Ayn Calut’tan sonra, Elbistan’da da Moğolları tekrar yenen bir savaşçı. Türkmen beyliklerinden cömert elini hiç çekmemiş. İstanbul’daki Müslümanlara hatta Kırım’a yardım göndermiş. Adı hem Doğu’da hem de Batı’da çok iyi bilinmesine rağmen, bizde kendisiyle ilgili müstakil ilmî ve edebî eser yok denecek kadar az. Son aylarda birkaç çalışma çıkmasaydı, kapsamlı ve nitelikli hiçbir şey yok, dahi diyebilirdim. İnsanın kendi yaptığını anlatması, anlatmak zorunda kalması hoş bir şey değil fakat en az 20 yıl sağa sola koşturarak, dil bilenlere yalvararak, iğne ile kuyu kazarak bir birikime ulaştığımı söylemeliyim. Çevirilerin sayısı da şimdi arttı çok şükür. Hâlbuki koca bir kitaplık, devasa bir külliyat oluşmalıydı bugüne kadar. Biraz da kimse yazmadığı için yazdım yani. Yapıp ettiklerinin, gayretlerinin, ulaştığı reçetelerin bugünkü dünya ve Müslüman âlemi için de önemli ve geçerli olduğunu düşündüğüm için tercih ettim. Korkan, dağılan, kendi derdine düşen, büyük acılar içinde kıvranan, küresel bir istilaya maruz kalan bir coğrafyada dik durduğu, kardeşlik ve dayanışma ekseninde çözüm ürettiği, cehdi ve başarılarıyla bize o günlerden selam göndermeye, sufle vermeye devam ettiği için anlatmak istedim Baybars’ı.

Kafasını banıp kalmak, uyuşmak isteyenler için de hazır bekleyen bir mazi vardır muhakkak. Fakat Kur’an’da da gösterildiği gibi, tarih, çeşitli tecrübeler eşliğinde hem bir laboratuvar özelliği taşır hem bir yol bilgisi sunar hem de geleceğe odaklanan zihnimizi uyarıp ateşler. Ben de bir insan ve Müslüman olarak, bir parçası, mensubu olduğum halkın ve ümmetin durumu hakkında düşünüyorum elbette. Yaşananlar karşısında üzülüyorum, çırpınıyorum, ağlıyorum, seviniyorum. Büyük parçalanmışlıklarla, çıkmazlarla karşılaştığımda, baktığım yerlerden biri tarih oluyor. Benzer durumlar geçmişte de var çünkü. Bu roman biraz da bu bakışın, bu aramanın ve bulmanın hasılası. Zorlu şartları bahane ederek kötürümleşen, sinen, uyuşup kalan biri değil Baybars. Tarihi yeniden ve kendi ekseninde hareketlendiren biri. Bizim bugünkü arayışımız, çabamız, çırpınışımız da bundan farklı değil.

 

Baybars’ın öyküsünü kısaca özetleyecek olursak, hangi hususlar öne çıkıyor?

Bir kısmını, bazı temel yükseltileri biraz önce söyledik. Şöyle devam edelim: 7. Haçlı Seferi ve Ayn Calut zaferindeki büyük katkıları bir yana, 17 yıllık hükümdarlığında 40 seferi var Baybars’ın. Hiçbirinde yenilmemiş. Disiplinli, cevval, üretken. Dur durak dinlemeyen bir önder. Bir gün İskenderiye’de validen yakınan kadınların hakkını arıyor, başka bir gün Kudüs’ün surlarına koymak için sırtında taş taşıyor. Bir gün Medine’de saf tuttuğu gariplerle bir aşevini teftişe gidiyor, başka bir gün Halep’in bir köyünde kadidi çıkmış çobanlarla dertleşiyor. Memlük Devleti’nin gerçek kurucusu. Müslüman Şark’ı, gücü yettiğince o kalkanın gölgesi altında koruyup kollamış. Temizleyip onarmış. Besleyip doyurmuş. Değişmiş, değiştirmiş.

Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…

Benzer konular