Tarih bilimiyle ilgilenenler için sanat eseri, ilk çağlardan itibaren önemli bir belge niteliği taşır. Mağara duvarlarına çizilen resimlerden Osmanlı minyatürlerine, Roma resim sanatı örneklerinden günümüzdeki fotoğraf ve filmlere kadar pek çok eser, çeşitli araştırma tekniklerinin (karşılaştırmalı tarihî araştırmalar, nitel içerik analizleri, semiyotik çözümlemeler…) kullanılmasıyla halihazırda tarihî birer kayıt olarak önümüzde durmaktadır. Örneğin Matrakçı Nasuh’un 16. yüzyılda Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irâkeyn-i Sultan Süleyman Han isimli eserinde çizdiği minyatürler Kanûnî’nin Irak seferini konu edinmekte; bu minyatürlerin ihtiva ettiği tasvirlerde şehir, kasaba, kale, han, dağ, geçit, akarsu, köprü ve iklim gibi sefer sırasında uğranılan menzillere mahsus ayrıntılar karşımıza çıkmaktadır.
Sinematografın icadından sonra ise görüntünün gerçeğe en yakın haliyle aktarılabilmesi, resim sanatını soyut tasvire yönelterek tarihî belge niteliğinden çıkarmış, onun yerini fotoğraf ve video görüntüleri almıştır. Bu sayede savaşlar, darbeler ve 11 Eylül gibi mühim hadiseler sinematografın gözünden yeniden okunmaya, anlaşılmaya çalışılmıştır. Mustafa Güleç’in geçtiğimiz yıl Ketebe Yayınları etiketiyle çıkan Avcı Siperinde Harp Sinematografı isimli önemli çalışması da konuyla ilgili dikkat çekici bilgiler sunmaktadır. Kitapta görsel arşivlerden hareketle I. Dünya Savaşı’nı başka bir gerçeklikle okuma ve dönemin gündelik hayatına şahit olma imkânı bulabiliyoruz.
Sinema sanatı ortaya çıktığı ilk günden itibaren tarihle etkileşimini hep sürdürmüştür. Bugüne dek tarihî hadiselerden referans alınarak pek çok senaryo yazılmış, bu filmler seyircinin zihninde yeni bir tarih yazımına katkı sunmuştur. 1910’lardan itibaren tarih sahasının içine giren bu sanat, zaman ilerledikçe kendi tarihini de oluşturmaya başlamıştır. Özellikle ilk dönem sinema eserlerine baktığımızda pek çoğunun devlet eliyle desteklenen, hatta kurulan merkezlerden çıkması, sinema sanatını doğrudan tarih biliminin bir sahası haline getirmiştir. Osmanlı’da Enver Paşa’nın kurduğu Merkez Ordu Sinema Dairesi, İtalya’da Mussolini tarafından kurulan Cinecitta, Almanya’da kurulan Alman Ordu Film Dairesi, Rusya’da Lenin’in kurduğu VGIK (Sovyetler Birliği Devlet Sinematografi Enstitüsü) ve Amerika’da halen propaganda aracı olarak kullanılan Hollywood sineması buna örnektir.
Akademisyen Ahmet Gürata bir söyleşisinde bu hususu destekler nitelikte şunları söylemiştir: “Filmlerin kendisi artık tarih. Bir belge gibi. Bilhassa sinema teknolojisinin geliştiği bir çeyrek yüzyılı tarihî bir dönem olarak düşünürsek, filmler bizzat bunun bir belgesi oluyor. 1920’leri çalışıyorsunuz; o yıllardan çekilmiş belgeseller, haber filmler, erken aktüaliteler var.” Bu açıdan bakıldığında kurmaca filmlerin, özellikle de belgesel filmlerin bir seyirciye tarihçinin çalışma odasına girme imkanı verdiğini görürüz. Ancak o andan itibaren seyirci daha fazlasını öğrenmek istiyorsa elbette araştırıp öğrenmek durumunda kalacaktır.