Aguste ve Louis Lumiere kardeşlerin tasarladığı ve 1895 yılının Aralık ayında düzenledikleri ilk gösteriyle kamuoyuna tanıttıkları sinematograf, dünyayla eş zamanlı olarak Osmanlı topraklarına da geldi. Görüntüleri kaydetmeye ve bir zemin üzerine yansıtmaya yarayan bu aygıttan Devlet-i Aliyye’nin yöneticileri, Mösyö Jamin adlı bir Fransız’ın gönderdiği mektupla haberdar oldu. Fransız elçiliğinden Osmanlı Hariciye Nezaretine 1896 yılının Haziran ayında gönderilen yazıda Mösyö Jamin sinematografi için gerekli olan aletlerin gümrükten geçirilmesini istiyordu. Sultan Abdülhamid Han’ın gelişmelere ve icatlara önem verdiğini bilen dönemin sadrazamı Halil Rıfat Paşa bu aletin araştırılmasını istedi ve 20 Eylül 1896’da kendisine sunulan raporu Sultan Abdülhamid Han’a sundu. Raporda “sinematografi adı verilen aletin ilmî yönden insanlık için faydalı” olduğunun belirtilmesi üzerine Sultan Abdülhamid Han sinema faaliyetlerinin ülkemizde başlatılmasına izin verdi.
Sinemanın 1896’da Osmanlı topraklarına gelmesinin ardından, payitahtta ilk yerleşik salon Ocak 1908’de Fransız şirket Pathé Frères’in (Pathé Kardeşler) İstanbul temsilcisi Sigmund Weinberg tarafından Tepebaşı’nda açıldı. 1914 senesine gelinceye kadar İstanbul’da sinema salonlarının sahipliği çoğunlukla Rumlar ile Levantenlerin, bir kısmı da yabancıların elindeydi. 1914’e gelindiğinde Müslümanlar tarafından da pek çok salon açıldı ve sinema hızla şehrin Müslüman bölgelerine yayıldı.
Sinemanın kitleleri etkisi altına alabildiğini fark eden, başta Almanya, Amerika ve Rusya gibi ülkeler sinemayı kurumsallaştırarak devlet politikasının bir uzantısı haline getirdi. Bizim topraklarımızda da aynı dönemde sinemanın kurumsallaştırılmasının temeli atıldı. 1914 yılında Devlet-i Aliyye’nin Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı olan Enver Paşa, Almanya’daki bir görevi esnasında Almanların orduya bağlı bir birlik olarak sinema kolu oluşturduğunu gördü. Alman ordusunun sinema aracılığıyla propaganda yaparak kitleleri etkilediğini ve ordu içerisinde askerlerin yetişmesinde de bu aracı kullandıklarını gözlemledi ve bu sistemi Osmanlı topraklarında uygulamaya karar verdi. Enver Paşa’nın Almanya’dan dönmesinin ardından sinemanın ülkemizde resmiyet kazanması 1915’te, Merkez Ordu Sinema Dairesi’nin kurulmasıyla gerçekleşti. Bu dairenin başlıca amaçları, cephede savaşan askerlerin hareketleri, askerî fabrikaların çalışmaları, müttefik ülkelerden gelen yeni silahların kullanımı ve önemli olaylara ilişkin filmler çekilmesiydi. Sinema Dairesi öncelikle savaş ve devlet katındaki gelişmeleri ele alan belgesel nitelikli filmlere yoğunlaştı.