Geçtiğimiz sene Paris’teki bir müzede 170 yıldır tutulan, Cezayir’de Fransızlara karşı 1830-1962 yılları arasında gösterilen direnişin mücahitlerinden 24 kişinin kafatasları, bir törenle ülkelerine iade edildi. Cezayir’in bağımsızlığını kazandığı 5 Temmuz 1962 tarihinin 58 sene-i devriyesine denk getirilen bu hadiseyle birlikte Fransa’nın sömürü tarihinin kara sayfaları yeniden açıldı.
Fransa başbakanı Macron’un birkaç ay evvel sömürgeciliğin ağır bir hata olduğu itirafı bu vahşiliği örtmeye yetecek bir özeleştiri olarak elbette görülemez. Zira Fransa sömürmekten asla vazgeçmedi. Fransa’nın 1961’den bu yana 14 Afrika ülkesinin ulusal rezervlerini elinde tutmaya devam ettiği herkesin malumu olan bir gerçek. Kanaatimce daha önemli bir mesele ise Fransa’nın maddi sömürüsünün yanı sıra eski sömürgelerinin bağlarını kopartmamak adına “Batılılaşma”, “çağdaşlaşma” “laiklik” “demokrasi” ve “modernleşme” adı altında zihinleri sömürmeye devam etmesi. Müslümanların dinî düşüncelerini şekillendirmek, dinî hayatı ve algılarını pasifleştirmek adına Fransa’nın kurduğu okullar ne yazık ki maddî kaynakların sömürülmesi kadar konuşulmadı, tepki görmedi. Afrika’da müstehcen yayın yapan televizyon kanallarından tutun da moda putunu Müslüman toplumlara dayatma biçimi hep göz ardı edildi. Tüm bu kültürel sömürünün sonucunda kendisini Müslümanım diye tanımlayan ama alkol tüketip domuz eti yiyen, kurban bayramlarını barlarda kutlamayı normal karşılayan bir toplum oluştu.
Günümüzün bu acı gerçeklerine karşı Cezayir’de yaşanan soykırımın yeniden hatırlatılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Yüzyıllarca Osmanlı himayesinde huzuru yaşayan Cezayir’i 1830 senesinde işgal edip kendi topraklarına katan Fransa, Cezayirlileri vatanlarından ederek kalıcılığını sağlama almak istedi. Ancak İkinci Paylaşım Savaşıyla birlikte bu plan sekteye uğradı. Fransa’nın savaşlarda silah altına aldığı Cezayir halkı kendi topraklarına döndüğünde bir yabancı, hatta ikinci sınıf insan muamelesi görmeye başladı. Yaşanılan baskılar ve ayrımcı politikalar neticesinde Cezayir’de tarihe geçecek bir sivil bağımsızlık hareketi kıvılcımlandı.
Olayların devamını bir filmin dilinden anlatmakta fayda görüyorum. Zira bu filmin Fransa’da 1971 yılına kadar gösterilmesi yasaktı. O tarihten sonra da ancak Fransızların Cezayir halkına yaptığı işkenceler sansürlenerek gösterimine izin verildi. Ayrıca 2003 senesinde Amerika’nın Irak’ı işgalinden önce Pentagon bu filmi subaylarına seyrettirilerek, işgal sırasında karşılaşılabilecekleri zorlukları görmelerini istemiştir. Sinemanın ötesine geçip siyasal ve sosyolojik bir göstergeye dönüşmeyi başaran bu filmin Vietnam (Viet Minh), İrlanda (IRA) ve Nikaragua (Sandinistas) gibi başka coğrafyalarda var olan hareketlerin taraftarlarınca da sıklıkla seyredildiği bilinmektedir.
1966 senesinde, yani Cezayir’in bağımsızlığını kazanmasının akabinde çekilen La Battaglia Di Algeri’den (Cezayir Bağımsızlık Savaşı) bahsediyoruz. İtalyan yönetmen Gillo Pontecorvo’nun kanlı mücadelenin sıcaklığı hâlâ Cezayir sokaklarında hissediliyorken olabildiğince tarafsız bir yaklaşımla çektiği film, bir belgesel tadında ilerlediği için başrolde de Cezayir’in bağımsızlık mücadelesini görmekteyiz. Yönetmen, o zamanlar 9 milyon nüfusa sahip olan Cezayir’in 1 milyon kaybına neden olan bu işgalin özellikle 1954 ile 1957 yılları arasındaki kesitini anlatmayı tercih etmiş. Cezayir şehri ve Cazbah bölgesi FLN’nin (National Liberation Front) hareketi çerçevesinde gelişen politik ve toplumsal olaylar adeta gerçek görüntüler gibi canlandırılmış.
Devamı Derin Tarih Şubat Sayısında…