Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarda olduğu Tek Parti döneminde toplumu bütün hücreleriyle kuşatan baskı atmosferinin en önemli hedefi basın yayın organları olmuştu. Halkın kendisini ifade etmesinin önündeki bütün kanalları paranoyak bir anlayışla tıkayan Millî Şef bürokratları, yayın dünyasındaki bütün hareketlilikleri de büyük bir dikkatle izlemiş, çizgi dışı hareket edenleri insafsızca cezalandırmışlardı.
Cumhuriyetin ilk Basın Kanunu 25 Temmuz 1931 tarihinde kabul edilmiş, 28 Haziran 1938’de de önemli ölçüde değiştirilmişti. Yasanın ilk halinde, yayın çıkarmak için sadece beyanname verilmesi yeterli görülmüşken, 1938 yılında yapılan bir değişiklikle yayın çıkarmak isteyenlerin, bulundukları yerin en büyük mülki idare amirinden ruhsatname, yani izin almaları şartı getirilmişti. Bu şekilde hükümet yeni bir yayının çıkıp çıkmayacağına karar verme yetkisine sahip oluyordu. Matbuat Kanunu hür basının önünde bir utanç duvarı misali durmaktaydı. “Bu kanunla tüm basın CHP emrine girmişti” (Ekinci, 1997: 88).
Bu kanunun en önemli hususiyeti, hükümete, iktidarın sürdürdüğü politikalara aykırı yayın yapan gazeteleri kapatma salahiyeti vermesiydi. 1931 tarihli kanun, Tek Parti idaresinin genel karakterine uygun olarak güdümlü bir basın rejimi oluşturuyor, basın üzerinde hâkimiyete dayanan bir karakter taşıyordu.
Aynı kanunda 1938 yılında yapılan değişiklikle iktidarın basın üzerindeki hâkimiyeti bir kat daha pekiştirilmişti. Buna göre, gazete ve dergi çıkarmak için o yerin en büyük mülki amirinden izin almak gerekiyordu. “Yani hükümet yeni bir yayına izin verip vermemekte tamamen serbest kalıyordu” (Akandere, 1998: 210).
Çeşitli kademelerdeki Şef bürokratları kendilerince akortsuz buldukları bütün seslere kırmızı renge saldırır gibi saldırıyor ve onları imha ediyorlardı. Tıpkı krallık ve padişahlık rejimlerinde olduğu gibi Millî Şef iktidarında basın hürriyeti tek kişinin kararına tabi idi. Matbuat Kanunu’nun meşhur 50. maddesi öyle zorlu bir maddeydi ki, “Orkestra şefinin istemediği bir ses korodan çıktı mı bu değnek akortsuz sesin sahibinin kafasına iniyordu” (Toker, 1970: 32). Mesela “İzmir’de çıkan Yeni Ekonomi gazetesi, valinin oğlunun yaptığı bir otomobil kazasını haber yaptığı için kapatılabiliyordu” (Karpat, 1996: 133).
Millî Şef devri basın hayatı bu mânâda sayısız örnekle doludur. Millî Şef bir gazetenin yayınını beğenmedi mi ‘Kapatın şu gazeteyi’ diyor, aynı gün gazete telefon emriyle kapatılıyordu.
Millî Şef’i karşılamak için Ankara Garı’na gelen Muğla milletvekili Yunus Nadi, aynı zamanda Cumhuriyet gazetesinin sahibiydi. Millî Şef o günlerdeki Cumhuriyet’in yayınlarını beğenmemiş olacak ki “Yunus Nadi’nin ‘Hoşgeldiniz’ anlamında uzattığı elini sıkmamış, büyük bir sinirlilik içinde ‘Ne oluyor Nadi Bey? Nedir bu yazılar?’ diye bağırmıştı. Hadisenin ardından gazete Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılmıştı” (Karakuş, 1977: 35).
Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…