Kuzey Irak’ta düzenlenen tartışmalı referandum ve Türk ordusunun son günlerde Suriye’nin kuzey kesimlerinde gerçekleştirdiği askerî harekâtlar, bölgenin tarihî kimliğine dair tartışmaları da alevlendirdi. Buradan hareketle Ortaçağ tarihinin kaynaklarını temel alarak Türklerin bölgedeki varlığına mercek tutabiliriz.
“Kuzey ülkeleri” anlamına gelen Bilâdü’ş-Şâm; bugünkü Filistin, Ürdün, Lübnan ve Suriye’yi içerisine alan geniş coğrafya için Müslümanlar tarafından kullanılan bir tabir. İslam kaynaklarında kısaca Şâm olarak zikredilen bu tabir, İslamî Ortaçağ’da bölgenin tamamı için kullanılıyordu. Dolayısıyla bu metinde geçen Şâm ve Bilâdü’ş-Şâm tabirlerinin yerine Suriye kelimesi de kullanılabilir.
İslamın tarihin ufuklarına düştüğü coğrafya olan Hicaz’ın merkeze alınmasıyla “kuzeyde kalan bölgeleri” tarif etmek için üretilen tabir, erken dönemlerde İslam devletinin tabii genişleme yönünü de ifade eden siyasî bir tanımlamaydı. Peygamber Efendimiz’e (sas) izafe edilen bazı hadislerde övülen ve İslam dünyasının merkezi haline geleceğine işaret edilen bu coğrafya, Müslümanlar tarafından kutsal bir belde olarak görülüyordu. Mukaddes kitabımızda “etrafının mübarek kılındığı” belirtilen Mescid-i Aksa dolayımında ele alınabilecek olan bu kutsiyet algısı, Bilâdü’ş-Şâm’ın siyasî kaderi üzerinde de belirleyici rol oynamıştı. Nitekim İslam devletinin Ortaçağ’ın geleneksel siyaset anlayışı anlamında “emperyal” bir yapıya bürünmeye başladığı Emevîler döneminde devlet merkezi buraya taşınmış, Kuzey Afrika’nın batı uçlarından Orta Asya’ya uzanan geniş İslam ülkesi buradan idare edilmişti.
Devamı Derin Tarih Kasım Sayısında…