Selçuklular ile Bizanslılar arasındaki büyük savaşa sahne olan Malazgirt, Cumhuriyet tarihinin ilk dönemlerinde uzak bir taşra kasabası görünümündeydi. TBMM’nin resmî kayıtlarında ilk defa 1921 tarihli zabıtlarda zikredilmişti ve kaza statüsündeydi. Muş milletvekillerinden Abdülgani Ertan’ın kazaya bir telgrafhane kurulması yönündeki önerisini ihtiva eden kayda ilave olarak, 1934 yılında Bayazit (Ağrı) vilayetine bağlanması yönündeki bir talebi yansıtan başka bir kayda daha denk geldiğimiz Malazgirt’in ne zaman ilçe haline getirildiğini bilmiyoruz. 1945 yılında Ankara’dan Malazgirt’e gelen bir inceleme heyetinin raporuna bakılırsa, ilçe idarî açıdan bağlı olduğu Muş’a 120, Ağrı’ya ise 90 kilometre uzaklıkta olduğu için ekonomik iş ve alışverişlerini Ağrı ile yürütüyordu. Bundan dolayı da Ağrı’ya bağlanması hususu ciddi olarak düşünülmeliydi. Muş halkının Malazgirt’in Ağrı’ya bağlanabileceği düşüncesinden rahatsızlık duyduğu doğruydu; fakat Malazgirt ve Muş arasındaki bağlantıyı oluşturan karayolunun kötü olduğu unutulmamalıydı. Öte yandan, devlet de bölgedeki ulaşım hatlarının iyileştirilmesi hususunu ciddiye alıyordu. Mesele yerel basının da zaman zaman gündeme getirdiği konu başlıkları arasındaydı.
1534 kilometrekarelik yüzölçümü ile Muş’un ikinci büyük ilçesi olan Malazgirt’in ekonomisi Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında ağırlıklı olarak tarım ve hayvancılığa dayalıydı. Üç adet ot biçme makinesinin bulunduğu ilçede harmanlar düvenle dövülüyor, bir başka ifadeyle tarımsal faaliyetler geleneksel usullerle yürütülüyordu. Elde edilen buğday, arpa, mısır, nohut, mercimek ve fasulye türünden tarımsal ya da yün ve yağ gibi hayvansal ürünler coğrafî yakınlık dolayısıyla Ağrı’ya satılıyordu. Trabzon’un Sürmene ilçesinden Malazgirt’e gelip yerleşen bir topluluğun karpuz yetiştirdiği ve zaman içerisinde bunlar tarafından başlatılan tarımsal üretim faaliyetinin gelişerek Malazgirt’i karpuz ve kavunun yoğun olarak gerçekleştirildiği bir yer haline getirdiğini belirtmek ilgi çekici olabilir.
O yıllarda üç öğretmeni olan beş sınıflı bir ilkokulun varlığını bildiğimiz Malazgirt’te doktor ve eczane yoktu. Bundan dolayı da sıtma ve trahoma gibi hastalıklar yaygındı. Zaman zaman devlet büyükleri tarafından da ziyaret edilen ilçenin 1940’lı yıllardaki nüfusu 11 bin civarındaydı. Rus işgalinden önce 50 binlerde olduğu tahmin edilen nüfusun 1945 yılında henüz 20 bine ulaşamamış olması, şehrin yaşadığı toplumsal daralmayı göstermesi bakımından dikkate değer. Nitekim Rus işgalinden önce ilçenin merkez nüfusu 10 bin civarındayken, bu sayı 1945’e gelindiğinde 600’e düşmüştü. Eskilerden kalan aşiret yapılanmaları (örneğin Haydaran ve Hasanan aşiretleri) mevcutsa da ekonomik sıkıntılardan dolayı beli bükülmüş olan vatandaşlar bu yapılanmalara pek itibar etmiyordu. İlçe merkezinde dört büyük aile (isimlerini bilmiyoruz) vardı ve bunlar, “köylerden ve Bitlis’ten gelip” ilçeye yerleşen diğerlerinin aksine kendilerini Malazgirt’in en eski ve yerli sakinleri olarak tarif ediyorlardı.