Dünya çok dilli, çok renkli, çok zengin kültürel çeşitliliğini kaybediyor. İnsanlık için bundan daha büyük bir kayıp olabilir mi, bilmiyorum. Tabiat boşluk kabul etmiyor ve baskın kültür yok olan diğer kültürlerin yerini alıyor. Tek kültürlü bir dünya kim bilir ne kadar renksiz, kokusuz, tatsız ve ne kadar yavan bir yer olacak.
UNESCO’nun tahminlerine göre bugün dünyada 6 bin dil var. Bu dillerin yarısı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bunların en başında yerli halkların dilleri geliyor. Mesela Almanya’da yaklaşık 7 bin kişinin konuştuğu Aşağı Sorbca tehdit altında. Kuzey Amerika’da yaklaşık 250 kişinin anadil olarak konuştuğu Cayuga ölmek üzere. Dalaboncayı konuşan ise sadece 11 kişi kalmış. Dil gibi, lehçe gibi kaybolan daha o kadar çok maddi, manevi kültürel öğe var ki, bunları diller gibi sayma imkânı da yok. Hayat tarzları, inançlar, töreler, gelenekler, adetler, eşyalar, düğünler, yemekler, giyim-kuşam, müzikler, oyunlar, üretimler, teknikler…
Para, sağlık, mevki, mal, mülk kaybedildiğinde tekrar geri kazanılabilir. Ancak kültürel kayıpların maalesef telafisi yok. Merhum Halil İnalcık Hoca kaybolan kültürler karşısında şöyle hayıflanır: “UNESCO’nun Division of International Cultural Cooperation, Preservation and Enrichment of Cultural Identities isimli bir örgütü var. Bu örgütün hedefi bireysel kültürlerin korunması ve geliştirilmesi. Zira yerel kültürler dünya bahçesinin korunmaya muhtaç renkli ve kokulu çiçekleridir.”
İnsanlık son birkaç yüzyılda modernizm ile pek çok kazanımlar elde etti. Ancak öyle görünüyor ki modernliğin yol açtığı sorunlar, çözüm getirdiği sorunlardan çok daha fazla. Tabiat tahrip edildi, ekosistem büyük yaralar aldı. İklimler değişiyor, buzullar eriyor, denizler asitleniyor, toprak, su ve hava kirlenmeye devam ediyor. Havadaki karbondioksit miktarı 1880’de 291 ppm/m3 iken, 2020 yılında bu rakam 415 ppm/m3’e yükseldi. Diğer büyük tehlike ise hayvan ve bitki türlerinin hızla soylarının tükenmesi. Zoologlar 2003 yılında 717 tür, 2006 yılında 735 tür, 2007 yılında ise 698 hayvan türü ve 37 hayvan alttürünün neslinin tükendiğini kayda geçtiler.
İşte gelinen bu noktada çevre duyarlılığına sahip pek çok insan, çare olabileceği ümidiyle “sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir çevre, sürdürülebilir mimari” gibi kavramlara sığınıyor. Fakat bütün bu yaklaşımlar büyük çevresel sorunlara çare olamayacaktır maalesef. Gerçekten sürdürülebilir evlerde yaşamak ve sürdürülebilir hayatlar kurmak isteyenler için komşumuz Irak’ta güzel bir örnek var.