Dergimizin ilk sayısı Nisan 2012 tarihinde yelkenlerini açarken kapağımızda Kâzım Karabekir Paşa boy gösteriyordu. Manşette şu iddiasına yer verilmişti:
Kâzım Karabekir açıklıyor! “19 Nisan 1919’da Trabzon’a çıktım”.
Dile kolay 9 yıl geçti beraberce. Bu arada 2019 yılından itibaren Karabekir Paşa’nın kitapları, üzerindeki telif hakkı kalktığı için farklı yayınevlerinden neşrediliyor. Bu gelişme de vaktiyle ağzına susturucu takılmış olan Paşa’nın fikir ve hatıralarının yaygınlaşmasına, yeni bir okur kitlesine ulaşmasına zemin hazırlıyor. Tabiatıyla fikirlerinin yayılması resmî tarihi ve ideolojiyi sarsıyor, titretiyor, inletiyor hatta… Ardından resmî tarih sıvacıları çıkıp üzerini sıvamaya girişiyor canla başla.
Boşuna zahmet efendim, boşuna zahmet. “Karabekir depremi”nin resmî tarih duvarında açtığı çatlakları sıvayarak, hatta binayı mantolayarak hiçbir neticeye varmanız mümkün değil. Resmî tarih yıkılmaktadır ve enkazı arasında koşuşturanları seyretmek bu derginin okurları için vak’a-i adiyedendir. Geçmişler olsun.
Şimdi gazete ve arşivlerden derlediğim Karabekir belgelerini okumaya başlıyoruz. Paşa konuşuyor, biz dinliyoruz…
Kâzım Karabekir Paşa aşağıdaki görüşlerini 2 Mart 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmada belirtmiştir. Daha sonra hayli tartışmalara konu olan Paşa’nın bu görüşlerini 3 Mart 1923 tarihli Vakit, Tanin ve Akşam gazetelerinden derledim.
Bu mesele maarife taalluk ettiği için bizim kongremiz iştigal edeceği mesailin (meselelerin) haricindedir. Fakat çok zamandan beri bu mesele zaman zaman ortaya atılmaktadır. Bendeniz de bu işle sonuna kadar uğraştığım için müsaadenizle birkaç söz söyleyeyim. Bu fikir bir zamanlar Avrupa’da hercümerci (karışıklığı) mucib oldu. Bu cereyan evvela orda başladı. “Bizim İslâm hurûfatımız asla kâfi değilmiş, binaenaleyh Lâtin hurûfatı isti’mal edilmeli (kullanılmalı) imiş.” Orada bazı arkadaşlarımız bu fikrin mürevvici (taraftarı) oldular. Fakat neticede bunun felaketli olduğunu anladılar ve pişman oldular. Bu fikrin müthiş bir felaket olduğunu Arnavut kavmi de pek geç olarak anladı. Maatteessüf arzederim ki Azerbaycanlı arkadaşlarımız da bu felakete bugün düştü. Bu hususta hususi olarak bizden de fikir soranlar oluyordu. (…)
Binaenaleyh bugün bir kuvvet vardır ki o kuvvet bütün cihana karşı şu propagandayı yapıyor: “Türk yazısı güçtür, okunmaz!” Bendeniz bu mesele ile bizzat uğraştım ve Arnavutluk ihtilali içinde bulundum. Acaba bu Lâtince kabul edilebilir mi? Bu kabul edildiği gün memleket hercümerce girer. Her şeyden sarfı nazar (herşeyi bir kenara bıraksak) bizim kütüphanelerimizi dolduran mukaddes kitaplarımız, tarihlerimiz, yazılarımız ve binlerce cilt eserlerimiz bu lisanla yazılmış iken büsbütün başka bir şekilde olan hurûfu kabul ettiğimiz gün en büyük bir felakete maruz kalacağız. Ve böylece derhal bütün Avrupa’nın eline güzel bir silah vermiş olacağız. Bunlar âlem-i İslâm’a karşı diyeceklerdir ki Türkler ecnebi yazısını kabul etmişler ve Hıristiyan olmuşlardır. İşte düşmanlarımızın çalıştığı şeytankârâne fikir budur.
Arkadaşlar, kucaktaki çocuklardan başlayan birçok, yüzlerce yetim bugün şark cephesinde asker arkadaşlarımızın bizzat kendileri ve aileleri tarafından okutuluyor. En gabi (anlayışı kıt) bir köylü çocuğuna bile biz bir ilâ üç ay arasında kendi hurûfatımızı ve gazetelerimizi okutabiliyoruz. (Alkışlar)
Devamı Derin Tarih Şubat Sayısında…