“Câhiliye” kavramı esas itibariyle Arap toplumunun İslâm’dan önceki hayat tarzını ve inanç biçimini ifade etmek için kullanılır. Genel kabul, câhiliye devrinin Hz. Peygamber’in (sas) nübüvveti ile sona ermiş olduğudur. Bununla birlikte Japon araştırmacısı Toshihiko Izutsu’nun da ifade ettiği üzere Hz. Peygamber ve ashab-ı kiram nezdinde câhiliye olarak adlandırılan dönem geçmişte kalan bir devir değil, kimi zaman mü’minlerin zihinlerinde bile gizliden gizliye varlığını sürdürebilen ve her an hortlamaya hazır bir dinamiktir. Hz. Peygamber’in şu hadisi de bu tespiti destekler mahiyettedir: “Ümmetimin içinde câhiliye döneminden kalma, tamamen terk edemeyecekleri dört âdet vardır: Asâletleriyle övünmek, başkalarının soyuna dil uzatmak, yıldızları vesile edinerek yağmur beklemek, ölünün arkasından yüksek sesle ağlamak.” Bir keresinde de Bilâl-i Habeşî’ye “kara kadının oğlu” diyen Ebû Zer el-Gıfârî’yi ikaz ederek şöyle demiştir: “Onu annesinin renginden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sen kendisinde hâlâ Câhiliye ahlâkı kalmış bir kimsesin.”
Nübüvvet öncesi Arap yarımadasında vuku bulan kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesine benzer şekilde utanç verici bazı uygulamalar 21. yüzyılda dahi devam etmektedir. Söz konusu câhili âdetlerden biri de Hint alt kıtasında ender de olsa sürdürülen, dul kadının kendisini kocasının cenaze ateşine atarak hayatını sonlandırması olarak bilinen “sati” geleneğidir. Bu geleneğe geçmeden önce Hinduizm’de kadının yeri üzerinde kısaca duracağız.
Varlığını sürdüren en eski dinlerden, Hindistan’ın geleneksel dini Hinduizm’de kadının konumunu anlamak için Hindu kutsal metinlerinden olan Manu Kanunnamesi’ne bakmak yeterli olacaktır. Bu eserde kadına dair olumlu addedilebilecek birkaç satıra rastlamak mümkün olsa da genelinde kadına bakışın son derece menfi olduğu, müspet ifadelerin ise pratikte bir karşılığının olmadığı görülmektedir. Örneğin erkeğin, hayızlı hanımıyla aynı yatağa uzanması, birlikte yemek yemesi, yemek sırasında hapşırırken, esnerken ya da dinlenirken ona bakması yasaktır.
Kız evlat ve eş olarak neredeyse hiçbir değeri olmayan ve erkeği memnun etmek amacıyla yaratıldığı düşünülen kadın için zorlukların daha dünyaya gelmeden önce başladığı Hindistan’da çok sayıda aile, doğacak çocuklarının cinsiyetinin kız olduğunu öğrenince kürtaja başvurmaktadır. Bunun nedeni, kızlar evlenirken, ülkemizdeki bazı bölgelerdeki uygulamanın aksine, erkek tarafına yüklü miktarda çeyiz parası verilmesini öngören “drahoma” adlı gelenektir. Bu uygulama tıpkı câhiliye döneminde olduğu gibi kız çocuklarının aile için yük olarak görülmesine sebebiyet vermektedir. Sita Agarwal, Genocide of Woman in Hinduism (Hinduizm’de Kadın Soykırımı) isimli eserinde Brahmanların 20. yüzyıl boyunca yaklaşık 50 milyon kız çocuğunu katlederek Yahudi soykırımından tam 10 kat daha büyük bir soykırım yaptıklarını nakleder.
Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…