“Kudüs Haçlıların işgali altındayken ben nasıl olur da gülebilirim, nasıl sevinebilirim ve nasıl yiyip içebilirim?” diyen “Şark’ın en sevgili sultanı” Selâhaddin Eyyûbî, 1187 yılında Kudüs’ü fethettikten sonra sanırım onu koruyabilmek için yine gönülden gülememiştir. Çünkü bir taraftan İslam birliğini Kudüs’ü aldığı zamanki gibi diri tutma gayreti, diğer taraftan bitmeyen Haçlı tehlikesi…
Yıl 1189. Kudüs’ü kaybettiği için karalar bağlayan Batı’da hummalı bir çalışma başlamıştır. Papazlar, rahipler ve şövalyeler karalar giyinip insanları Kudüs’ün intikamını almaya davet ediyorlardı. Kudüs patriği, Hz. İsa’nın bir Arap tarafından dövülüp kanlar içinde bırakılmış resimlerini çizerek, “İşte bu resim, Müslümanların Peygamberi Hz. Muhammed’in Hz. İsa’yı dövdüğünü, yaralayıp öldürdüğünü göstermekte” diye propaganda yapıyordu. Rahipler gezdikleri her yerde isteyenlere bu resmi veriyorlardı. Resmi gören dindar Hıristiyanlar ağlıyor, feryad u figan edip Hz. İsa’nın yasını tutuyor, Peygamberimiz (sas)’e kinleniyor ve Müslümanlara öfke kusuyorlardı.
Kışkırtmalar öyle bir vaziyet almıştı ki Haçlı seferine katılamayanlar yerlerine başka bir adam kiralayıp gönderecek veya mukabilince para verecek kadar galeyana gelmişti! Fitne ve kışkırtma o zamanlardan başlamış demek. Karikatür, resim çizerek Peygamberimiz’e hakaret de.