Osmanlı, İnsanlığın Son Adası adlı kitabımda şöyle yazmıştım:
“Geçmiş, iki açıdan geçmemiştir. Bir: Sürekli olarak yeniden keşfedilmektedir. Bu yüzden tarih bilgisinde ‘son’ (the end) yoktur. İki: Geçmiş, yakın geçmişte kurulu olarak bize intikal ettiği için, yani Avrupa merkezli olarak ve ilerlemeci ideoloji canibinden yazıldığı için, bu ideolojinin tarihin yüzüne geçirdiği maskeleri indirme mücadelesi devam edeceğinden geçmemiştir. Tarihin bir kere yazılmış ve artık ‘geçmiş’ olduğu yolundaki önyargının kendisi de Avrupa merkezli tarihin ve ilerlemeci tarih terakkisinin eseri değil midir?”
Birkaç yıl sonra çıkan Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler adlı kitabımda ise şu satırlara rastlayacaksınızdır:
“Osmanlı tarihi, derin ve sessiz bir suskunluk içerisine gömülü uzun bir süredir. Kar, görünen her yeri kaplamış, toprağın sıcaklığını, ağaçların derinlere kaçmış öz sularını, derelerin coşkun göğsünü buzdan bir duvar kesmiştir…”
Bu muazzam tarihi hem yeniden keşfetmek hem de keşfettiğimiz adayı besleyecek kanalları açmamız gerekir.
Çağ tasnifleri her zaman problemlidir. Çünkü bir çağın ne zaman bittiği, ne zaman başladığı ya da ne zaman biteceği, bir sonrakinin de hangi noktada başlayacağı önceden kestirilemez, hatta sonradan da kestirilemez. Yani bugün Rönesans diye bir çağ var mı yok mu?, tartışılıyor. Rönesans ne zaman başladı? Başlangıcı 12. yüzyıla kadar geri götürenler var, Karolenj Rönesansına. Öte yandan 17. yüzyıla kadar uzatanlar var. Kimisi daha tarafsız: 15. ve 16. yüzyılla sınırlandırıyor. Kimisi biraz daha sanat alanına odaklıyor onu, kimi mimarlık, mühendislik alanına.
Dolayısıyla Rönesans diye bir çağı, müstakil bir dönemi, diğerlerinden belirgin bir hatla ayırt edebilir miyiz? Bu bile tam olarak belli değil. Ve birçok başka konu için geçerli bu. Yani ‘sanayi çağı’, ‘sanayi devrimi’ ya da ‘bilimsel devrim’ diye müstakil dönemler veya devrimlerden söz edebilir miyiz? Edeceksek onları zamanın hangi nıktasında başlatacağız? Ve bu dönemi ve devrimleri hangi coğrafya parçası için söz konusu etmemiz gerekiyor?
Mesela İslamiyet için ‘bilimsel devrim’in 9-12. yüzyıllarda yaşandığını söyleyebiliriz. Bunu yaşamayan Avrupa’ydı. Avrupa’nın geç kalışının bir ifadesidir bilimsel devrim, varsa eğer… Dolayısıyla ‘bilimsel devrim’in Avrupa’yla ilgili ve bu kıtaya mahsus bir mesele olduğunu öncelikle belirlemek lazım. Dünyanın bütün coğrafyalarında böyle bir dönemin yaşandığını düşünmek elbette yanıltıcı olur.
Aynı şekilde, çağ tasnifleri her zaman problemlidir demiştik. Ve her çağ, içinde yaşayanlar açısından erken biter, dışında yaşayanlar açısından da sönerek biter. Mesela biz, 11 Eylül 2001 saldırısında bir çağın bittiğini sık sık işittik ve herkes de bu tezi yazıp çizdi, ‘20. yüzyıl asıl şimdi bitti’ denildi. Halbuki Eric Hobsbawm Aşırılıklar Çağı adlı kitabında 20. yüzyılı 1989’da bitirir. 1991’de bitirenler de oldu. Sovyetler’in dağılmasıyla, 1989 Doğu Almanya’nın, yani utanç duvarının kaldırılmasıyla 20. yüzyılı bitirenler oldu. Şimdi daha çok 11 Eylül’le bitirmeyi düşünüyorlar. Ama önümüzdeki 5–10 yıl içerisinde daha büyük bir olay vuku bulup da asıl 20. yüzyıl şu tarihte bitti diyecek bir tarihçiye de rastlayabiliriz pekala.
Böylelikle dönemlendirmeler zamanın sonsuz ve firesiz akışı içerisinde bizim kurmaya çalıştığımız anlam adaları olarak karşımıza çıkar. Zamanın rengi, kokusu yoktur. O homojen bir şekilde akıp gider ama biz ona bir renk, bir koku vermeye, anlam atfetmeye çalışırız. Temel mesele budur, yani zamanı anlamlandırma çabamız. Zamana, daha kolay anlamak ve anlatabilmek için belli sınırlar çizmeye çalışıyoruz.
Osmanlı tarihinin tasnif şeması da aynı şekilde; bu tarihi de anlamlandırmak için belli dönemlere ayırarak inceliyoruz kaçınılmaz olarak. Burada ‘kaçınılmaz’ dediğim şey, tasnif, yani dönemlendirme. Yoksa öteden beri bizim yapageldiğimiz sakat dönemlendirme değil. İkisini ayırt etmekte fayda var. Bunun için de kuruluş, yükseliş, duraklama, gerileme ve çöküş çağları diye beşli bir tasnif yapılmış durumda. Bu tasnifte kuruluş çağının ne zaman başladığı ayrı bir problem. 1299’da deniliyor ama Halil İnalcık bunu 1305’e, Bafa Savaşı’na kadar çekti. Daha geriye götürenler de oldu, Ertuğrul Gazi dönemine kadar… Yani başlangıç kısmı en azından muğlak sınırlara sahiptir.
Devamı Derin Tarih Mart Sayısında…