Memâlik-i Osmaniyye’nin, yani Osmanlı memleketlerinin esasını Anadolu Selçuklu Sultanı’nın Ertuğrul Gazi’ye verdiği Söğüt ve Domaniç’i içine alan küçük bir mikdar uç beylik toprağı teşkil eder. Zamanla Rumeli ve Anadolu’da yeni yerler fethedilip memleket genişlemiş; 16. asrın sonunda en geniş sınırlara ulaşılmıştır. Devletin en güçlü olduğu bu devirde hudut batıda Viyana banliyöleri ile Atlas Okyanusu’na, kuzeyde Baltık Denizi ile Moskova varoşlarına, doğuda Hazar Denizi’ne, güneyde de Afrika ortaları ile Hind Okyanusu’na uzanıyordu. Osmanlı Devleti’nin esaslarından birini gazâ ruhu teşkil eder ki, İslam dininin dünyanın en ücra köşesinde işitilmesini temin etmekten ibarettir. Fetihler yeni yerleri zapt etmek, ahalisini esir, mallarını ganimet edinmek maksadıyla yapılmış değildir. Osmanlı Devleti için sömürgecilik meçhul bir mefhum olduğundan fethedilen ülkelerin bir kısmı vatan edinilip vilâyet hâline getirilmiş, bir kısmına da hükümeti başında bırakılarak ‘tâbi devlet’ statüsü tanınmıştır. Bazılarının taşıdığı kanaatin aksine memleket arazisi padişahın mülkü değildir. Eski metinlerde geçen ‘mülk’ sözü, mâmelek (mal varlığı, patrimoine) değil, memleket (meliklik, hâkimiyet) mânâsına gelir. Osmanlı hukukunda şahsî mülkiyet en geniş şekliyle kabul edilmiştir. Padişahın kendisine ait mülkü elbette vardır. Memleketin bir kısmı şahısların mülkü olup bir kısmı da devlete aittir. Bu kısma mîrî toprak denir. Devlete ait toprak üzerinde padişah maslahata göre tasarruf eder. Bu, onun mülkü olduğu mânâsına gelmediği gibi şahsî mülk üzerinde tasarruf hakkı sadece mâlikine aittir.
Devamı Derin Tarih Şubat Sayısında…