Dinler, mezhepler ve felsefe tarihine dair kaleme aldığı el-Milel ve’n-nihal’i ile tanınan İslâm dünyasının en meşhur dinler tarihçilerinden Şehristânî, Hindistan’ı “akıl ve hikmet ülkesi” olarak tanımlar. Ona göre Hindistan, eşyanın hakikatini araştıran ve metafizik soruşturma istidadına sahip insanların yaşadığı bir yerdir. Şehristânî’den asırlar sonra Alman filozof Hegel de benzer görüşler serdeder ve 1820’lerde Heidelberg’teki tarih öğrencilerine seslenirken Hindistan’dan “bir arzular ülkesi” olarak bahseder. Dünya tarihinin temelini oluşturduğunu söylediği Hindistan hakkındaki sözleri bu ülkeye hayranlığının dışa vurumu gibidir:
“Eski çağlardan itibaren, tüm uluslar, arzularını ve hırslarını yeryüzünün sunduğu en değerli, mucizevî hazinelere sahip bu topraklara ulaşacak yolu bulmaya yönelttiler. Bu ülke inciler, elmaslar, parfümler, gül esansları, filler, aslanlar… vs. gibi tabiat hazinelerinin yanı sıra bir de hikmet hazineleri ile dolup taşmıştır. Bu hazineler artık Batı’ya geçmiştir. Hindistan’ın hazinelerine sahip olmak her zaman, dünya-tarihsel öneme sahip bir mesele oldu ve her zaman ulusların kaderine bağımlı kaldı. Bu isteklerin farkına varıldı. Bu arzular ülkesi elde edildi; ondan küçük ya da büyük bir parça elde etmemiş hiçbir Doğulu büyük ulus ya da Modern Avrupalı Batılı yoktur.”
Tarih boyunca âlimler, edipler, mütefekkirler, sanatçılar, tarihçiler kendi zaviyelerinden Hindistan’ı farklı şekillerde tanımlamışlardır. Hindistan için kullanılabilecek en yerinde betimlemelerden biri kanaatimizce “bir çelişkiler ülkesi”dir. Delhi sokaklarını adımlarken, küçük bir kesimin olağanüstü bir refah, çoğunluğun ise sefalet içinde yaşadığını kolayca idrak edersiniz. Hatta Delhi ve Agra’nın yaklaşık %30’luk kesimi günlük iki doların altında hayat mücadelesi vermektedir. Geçmişte asırlarca göz alıcı bir zenginlik ülkesi olarak görülen Hindistan’ın modern zamanlarda yoksulluk ve kaosla anılması şaşırtıcı. Bu vesileyle Hindistan’ın bu hale gelmesinde büyük emeği (!) olan Avrupalı güçler her türlü takdiri hak ediyor.
Avrupalıların Hindistan’ı keşif sürecine geçmeden önce meselenin daha iyi anlaşılabilmesi adına modern sömürgecilik yolundaki ilk uluslararası antlaşma olarak kabul edilen Tordesillas Antlaşması’ndan (Treaty of Tordesillas) bahsedelim. 15. yüzyılın sonlarına doğru yoğunlaşan coğrafî keşiflerle birlikte yeni yerler keşfedilmiş; bu toprakların taksimi meselesi rekabet içerisindeki Portekiz ile İspanya arasındaki gerilimi arttırmıştır. Papa’nın devreye girmesiyle 7 Haziran 1494’te Tordesillas Antlaşması imzalanır; Portekiz ve İspanya’nın dünya üzerindeki hâkimiyet alanları belirlenir. Batı Afrika açıklarındaki Yeşil Burun adasının 370 deniz mili batısından geçen bir meridyen çizilerek, batı yarımkürede kalanlardan ele geçirilecek olanlar İspanya’ya, doğu yarımkürede kalanlar ise Portekiz’e verilir. Antlaşma Akdeniz’i içermediğinden İspanya, Akdeniz’e hâkim olmak suretiyle Kuzey Afrika’yı etkisi altına almaya çalışmış, Afrika’da kalıcı bir yer edinerek de Afrika altınına ulaşmayı amaçlamıştır.
Devamı Derin Tarih Ocak Sayısında…