Rusların kökenlerini dayandırdıkları tarihteki ilk devlet, 9. yüzyılda kurulan Kiev Knezliği idi. 13. yüzyıla kadar Rusya Federasyonu’nun güneybatısına, Belarus ve Ukrayna topraklarına yayılan bu devlet zaman zaman -Kırım istisna olmak üzere- Karadeniz’in şimdiki Ukrayna sahillerini kontrolü altına almıştı. 1240 yılında Kızılorda Türk Devleti’nin Kiev Knezliği’nin varlığını sona erdirmesiyle Ruslar tek devletlerini de kaybetti. Bu fetret dönemi 1263 yılında Moskova Knezliği’nin küçük prensliklerin kavgasında öne çıkmasına kadar devam etti.
Moskova’da kurulan yeni devlet, Kiev Knezliği’nin yerini tutsa da iki konuda geride kalıyordu: Moskova’nın toprakları daha doğudaydı ve Kiev topraklarına göre daha az verimliydi. Daha da önemlisi, yeni knezliğin Karadeniz veya başka bir denizle bağlantısı yoktu. Denizlere açılmak, bugün olduğu gibi 13. yüzyılda da büyük bir öneme sahipti. Deniz kıyılarında oluşan liman kentleri zenginlik ve refah anlamına geliyordu. Öte yandan, daha ucuz ithalat ve taşımacılık, sınır vergisi gibi yan maliyetlerden kurtulmuş ihracat demekti. Aynı zamanda çağın ruhunu yakalamak ve yenilikleri elde etmek için de büyük bir avantajdı. Nitekim Ruslar 18. yüzyıla kadar büyük ölçüde tüm bunlardan mahrum kaldı.
Ruslar için “sıcak denizler” asırlarca bir hayal olarak kalsa da Petro döneminde durum değişti. 1672’de tahta çıkan I. Petro, Kuzey Avrupa ittifakı ve Osmanlı’ya karşı savaş başlattı. 1713’te Edirne Antlaşması ile Karadeniz’e çıkamasa da topraklarını Kırım Hanlığı’nın içlerine kadar genişletti. Aynı zamanda Kuzey Savaşı’yla Baltık ve Beyaz Deniz kıyılarına ulaştı ve Safevîlerle yaptığı savaş sonucunda Hazar Denizi’nin batı kanadını kontrol altına almış oldu.
Karadeniz’de hâkimiyet sağlamak üzere yapılan Osmanlı-Rus savaşları neredeyse her iki imparatorluğun sona ermesine kadar devam etti. Bu savaşlarda her iki taraf çok yıpranmış olsa da özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ile Osmanlı büyük bir kayıp verdi. Ağır mağlubiyetle Anadolu’nun parçası olan Kars, Batum, Artvin ve Ardahan sancakları Rusya’ya bırakıldı. 1918 yılında yapılan Brest-Litovsk Antlaşması’yla bu bölgeler geri alınsa da (Batum 1920’de tekrar işgal edildi) Ruslar bu topraklar üzerindeki iddialarından 1940’ların sonuna kadar vazgeçmedi.
Peşi sıra yaşanan savaşlarla yorgun düşen Rusya’da 1917 yılında yapılan Şubat Devrimi ile 300 yıllık Romanovlar Hanedanı devrildi. Aynı yılın Ekim ayında (yeni takvimle) iktidar Bolşevikler tarafından ele geçirildi ve böylece Rusya bir yandan I. Dünya Savaşı’nda mücadele ederken, bir yandan da iç savaşın içine sürüklendi. Hem içeride hem de dışarıda savaşı sürdüremeyeceğini gören Bolşevik lider Vladimir İlyiç Lenin, 1918 yılında imzaladığı Brest-Litovsk Antlaşması ile savaşa son verdi. Antlaşmanın ardından dört yıl içinde iç savaşı bitiren Lenin, 1922’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni (SSCB) kurdu. Ancak Lenin iki yıl sonra hayatını kaybetti ve 1924’te ondan boşalan Komünist Parti Genel Sekreterliği’ne, asıl adı Yosif Visaryonoviç Cugaşvili olup Rusça “çelik adam” anlamındaki Stalin lakabıyla anılan Gürcü asıllı Josef Stalin geldi.