Çocukluğumun geçtiği Trakya’da, Atsız tipi Türkçü tarafının ağır bastığını büyüyünce anladığım bir abi; galiba müftü çocuğu olduğum için olsa gerek beni ne zaman görse “Söyle bakalım Türk müsün, Müslüman mısın?” diye takılırdı. “Bunda ne var? Hem Türküm hem Müslümanım elhamdülillah…” kalıbındaki cevabım üzerine çocuk kafamı karıştırmak için “İki karpuz bir koltuğa sığar mı?” diye devam eder; “Şart mı? Birini bir koltuğa, diğerini de öbürüne…” cevabım üzerine pes etmez; “Peki önce hangisi?” diye ısrarcı olurdu. Göğsümü kabartarak, “Önce Müslümanım, sonra da Türküm” deyince de, “Olmaz! Önce Türklük, sonra Müslümanlık…” der; mukabil itirazımı beklemeden çocuğa bak havasında gülümseyerek uzaklaşırdı. 1970’li yılların Türkiye’si böyleydi. Necip Fâzıl, Peyâmi Safâ gibi kalemşorlar bile 1950’li yıllarda “Önce Türk müyüz Müslüman mı?” tartışması etrafında ne rüzgârlar estirmişlerdi. “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman!” sloganı, bu fosil muammayı(!) çözmek isteyen Osman Yüksel Serdengeçti merhumun bulduğu harika bir çözümdü; epey tutmuştu da…
“Kimin milletindensin?”
Annelerimizin önünde diz kırıp iptida, “Rabbin kim? Rabbim Allah” sorusuyla talimi başlayan geleneksel “İlmihal” dersinde öğrendiğimiz diğer soruların cevabı, hayata attığımız adımlar arttıkça karşımıza çıkan türlü ideolojik kalıpların cenderesinde pestillenmiş cevaplara benzemiyordu.
“Rabbin kim?” sorusunu takip eden, “Kimin kulusun? Allah’ın kuluyum. Kimin ümmetindensin? Hz. Muhammed’in (sas) ümmetindenim. Kimin milletindensin? Hz. İbrahim’in milletindenim…” soru ve cevapları, sabi zihnimizin pâk “tabula rasa”sına ana kucağında hakkedilmişti. Daha ilk adımda kişiliğimize nakşedilen “kul”, “ümmet”, “millet” gibi kimlikler, büyüdükçe bambaşka anlamlar yüklenmiş olarak karşımıza dikiliyor, zihinlerimizi allak bullak ediyordu. Henüz rüştüne baliğ olmamış Türkiye’nin delikanlılık çağını idrak eden bir ferdi olarak savruk memleketimde Türkçüler vardı; Ümmetçi Akıncılar, İslamcılar, Geleneksel Müslümanlar, Modernist Müslümanlar vardı. Ülkücü Milliyetçiler, Kültürel Milliyetçiler, Atatürk Milliyetçileri vardı. Türk-İslam sentezcileri, hatta Kürt İslamcılar vardı…
Yetmezmiş gibi bunların çeşit çeşit alt versiyonları, şubeleri de mevcuttu.