II. Dünya Savaşı’nda diktatörlerin dünyayı ateşe vermeleri sonucunda Başta Amerika ve Avrupalı devletlerin baskılarıyla tek elden idare edilen devletlere çok partili hayata geçme direktifi verilmişti. Ülkemizde de bu baskılar neticesinde çok partili hayata kerhen de olsa adım atmak zorunda kalan CHP yöneticileri (Ekinci, 1997: 276) ilk katıldıkları 21 Temmuz 1946 seçimlerini, mevcut atmosfer aleyhlerine dönmeden oldubittiye getirmeye çalıştılar.
İktidar partisi CHP ve lideri İsmet İnönü, rejimin tam olarak demokratik bir hüviyet kazanmasından ziyade, dizginlerin elinde olmasına ve dışarıya “birden fazla parti arasında seçim yapılıyor” görüntüsü verilmesine gayret etmişti (Akandere, 2009: 460).
26 Nisan 1946’da toplanan CHP Meclis Grubu, Eylül 1946’da yapılması gereken belediye seçimlerinin Mayıs 1946’da yapılmasını sağlayan tasarıyı kabul etti. Bu kanun, iktidar ile muhalefet arasındaki ilişkileri bozarken, giderek artan bir gerginlik sürecinin de başlamasına neden oldu.
CHP’li Nihat Erim, 30 Mayıs 1946 günü Ulus gazetesinde yayınladığı “Şal” başlıklı makalesinde, dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün nabzını yoklayarak başarısız seçim propagandasından yakınmıştı (www.yenisafak.com). İsmet İnönü ise Erim’e, “Demokrat Parti kazanırsa yönetime el koyarız” şeklinde yorumlanacak şu cevabı vermişti: “Buna imkân vermem. Ben ihtilâlci ve Kuvâ-yı Milliyeci İsmet’im. Bu devleti yoktan bu hale getirdik. Üç beş çapulcuya maskara ettirmeyeceğiz. Yaptığımız bir tecrübedir. Muvaffak olursak ne âlâ. Olmazsa vazgeçer, birkaç sene daha eski usûlde gideriz. Sonra yeniden tecrübe ederiz” (Toker, 1970: 127-128).
7 Ocak 1946’da henüz yeni kurulan Demokrat Parti (DP) ve eş zamanlı kurulmuş diğer partiler, erkene alınmış yerel seçimi protesto ederek bu haksız yarışa katılmadılar. CHP yöneticileri bu defa 1947 yılında yapılması gereken genel seçimleri öne alan kanunu kabul ederek ve mevcut Meclis’i feshederek ülke demokrasisini yeni bir oldubittiyle karşı karşıya bıraktılar. Fakat DP’nin kuruluşunun hemen ardından hızla örgütlenmesi ve halkın teveccühüne mazhar olması iktidar partisini tedirgin etmeye yetmişti. Bu tedirginlik etkisini çabuk gösterdi ve 1947 yılında yapılması gereken yerel seçimler alelacele bir yıl öncesine çekildi (Çolak, 2012: 1).
Bu karar, henüz ülke çapında örgütlenmesini tamamlayamamış DP dahil birçok parti için yeni bir sarsıntı sebebi oldu. Seçimlere katılıp katılmama hususunda partilerin üst düzey yöneticileri uzun süren müzakereler gerçekleştirdiler. Ardından DP yöneticileri, ‘demokrasi içinde var olmanın ve meşru kalmanın bir vesilesi olur’ kanaatiyle 21 Temmuz 1946 seçimlerine girme kararı aldılar. Bu karara rağmen, muhalefet cephesinin lideri konumunda bulunan DP’nin 16 şehirde seçimlere girememesi, muhalefet partilerinin bu seçime ne kadar hazırlıksız yakalandığını gösteren çarpıcı bir tablodur.