1. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupalı imparatorlukların Ortadoğu’yu nasıl yeniden şekillendirdiği hakkında çok şey yazıldı. Bu dönüşüm 100 yıl önce, Fransa ve Britanya Sykes-Picot Antlaşması’nı imzaladığında başlamıştı. Ancak çok az insan, savaş sonrası Avrupalı emperyalistlerin modern Ortadoğu haritasını çizmelerine ilaveten aslında bu kavramı da icat ettiklerini fark etmiştir. Bugün Ortadoğu olarak bildiğimiz bölge kabaca Türkiye’den Mısır’a, oradan İran’a uzanmaktadır; ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesi ve eski, şimdi demode görünen “Yakındoğu” teriminin ortadan kalkmasından sonra gündeme gelmiştir. 1. Dünya Savaşı öncesinde İngilizler şimdi Ortadoğu olarak bilinen bölgenin önemli bir kısmını teorik olarak 1) Yakındoğu (Balkanlar ve Doğu Akdeniz), 2) Ortadoğu (İran ve İran Körfezi’nin etrafı) şeklinde bölmüştü. Bu bölünmenin belli bir coğrafî ve stratejik mantığı vardı. Yakındoğu aynı zamanda Ortadoğu’dan daha yakındı ve Ortadoğu, Yakın ve Uzak Doğuların ortasında yer alıyordu. İngiliz sömürge yöneticileri için Ortadoğu, Hindistan’ın savunulması için hayatî önem taşıyan bir bölge iken, Yakındoğu büyük ölçüde Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolü altındaydı.
Bir asır önce Osmanlı İmparatorluğu çöktüğünde işler tamamen değişti. Balkanlar ve sonra da modern Türkiye daha Batılı kabul edilirken, Yakındoğu’nun diğer kısımları İngiliz kontrolü altındaydı ve imparatorluğun bürokratik yeniden sömürgesinin kurbanı oldu. Sömürgelerden sorumlu bakan Winston Churchill yeni ele geçirilen Filistin, Ürdün ve Irak topraklarını kapsayan bir “Ortadoğu Departmanı” kurdu. Artık bu bölge de Britanya’nın Süveyş Kanalı’nın doğusunda kalan her yeri savunma planlarının parçası olmuştu. Tarihçi Roderic Davison’ın çarpıcı ifadesiyle “bu moda çerçevesinde Ortadoğu Akdeniz kıyısına dönüştü”. 20-30 yıl boyunca bu yeni kullanım İngiliz hükümetinin gizli birimleriyle sınırlı kaldı. Ancak 2. Dünya Savaşı esnasında İngilizce konuşan kamu kurumlarına da yayıldı. Çünkü bu dönemde insanlar bölgedeki askerî gelişmeler hakkındaki günlük haberleri okumaya başlamıştı. Sonra Amerikalılar Soğuk Savaş’ın başlamasıyla bölgeye yeni bir ilgi göstermeye başladıklarında o dönemde yaygın olan İngiliz terimini benimsediler. Bazıları “Ortadoğu” teriminin problemli olduğunu, çünkü kaçınılmaz olarak Batılı bakış açısını yansıtan bir Batılı terim olduğunu savunmakta. Hindistan’ın ilk başbakanı Jawaharlal Nehru bir defasında bu bölgenin gerçekte Batı Asya olarak adlandırılması gerektiğini söylerken, zaman zaman akademik çevrelerde bölgenin Güneybatı Asya gibi terimlerle adlandırılmasına ilişkin öneriler söz konusu olmuştur.
Günümüzde pek dikkat etmesek de isimleri nispeten bir coğrafyayı ima eden birçok ülke bulunmakta. Mesela Norveç (kuzey) ve Avusturya (doğu). Arapça konuşan milletler uzun süredir Kuzey Afrika’yı -Batı anlamına gelen kelimeden hareketle- Mağrib olarak adlandırmıştır. Çünkü bu bölge Arapça konuşan ülkelerin batısında yer almaktadır.
Kavramın anti-emperyalist eleştirmenleri bir emperyalist olmasına rağmen Churchill’in de oluşumuna yardım ettiği bu terimden pek hoşlanmadığını bilmek isteyeceklerdir. 1950 yılında şöyle yakınıyordu: “Mısır, Akdeniz, Suriye ve Türkiye’yi içeren bölgeye ‘Ortadoğu’ denilmesinin yanlış bir tercih olduğunu düşünmüşümdür hep. Burası Yakındoğu idi”.
Devamı Derin Tarih Mayıs Sayısında…