Sultan II. Abdülhamid döneminde İstanbul’da doğması hasebiyle hemşerimiz olan bir İngiliz hanımın kuvvetli kalemi ve belgesel yönü ağır basan anlatımıyla, macera gibi bir hikâye başlıyor!
İngiliz George H. Clifton, ülkesinin İzmir başkonsolosunun kızıyla evlenerek İstanbul Sefareti’nde çalışmaya başlayan bir memurdur. En küçük kızı Dorina 1881’de İstanbul’da dünyaya gelir. 1881-1907 yılları arasında İstanbul’da yaşar ve II. Abdülhamid’in saltanatının neredeyse tamamına şahitlik eder. İstanbul’dan ayrıldıktan bir sene sonra evlenip Dorina Lady Neave olarak anılmış ve üç kitap kaleme almıştır.1 Bunlardan ilki 1933 yılında Londra’da Twenty-six Years on the Bosphorus [Boğaziçi’nde 26 Yıl] ismiyle yayınlanır. Türkçesi, 1970’te Tercüman Yayınları’ndan Eski İstanbul’da Hayat ismiyle neşredilmiştir ki, yazımız için bu kitaptan istifade ettik.
II. Abdülhamid’in Hayatı, Yıldız Köşkü, Boğaziçi’nde Hayat, İstanbul’da Dinler, İstanbul Camileri ve Kiliseleri, Dervişler ve Bazı Tekkeler, İstanbul Köpekleri, Sokak Satıcıları ve Abdülhamid’in Kaderi… şeklinde başlıklandırılan 16 bölümden oluşan kitap, yer yer taraflı olsa da değerli bilgiler ihtiva etmektedir. Bunlardan biri de, hanımefendi ve ailesinin Kandilli’de ikamet ettiği Edip Efendi Yalısı’nda (hatıratta Clifford Yalısı diye geçer) şahit oldukları şaşırtıcı hadisedir.
“1890 Şubat’ında bir öğle, garip bir tıkırtı dikkatimizi çekti. Balkona çıkınca denizin binlerce büyük balık kafasıyla kaplı olduğunu hayretle gördük. Kocaman balıklardı; kafalarını sudan çıkarmış, hava almak için ağızlarını açıp kapadıkça o garip tıkırtılı sesi çıkartıyorlardı. Balıkların nefes almaktan başka hiçbir hareket yapamadıklarını, adeta felç olduklarını gördük. Torik denilen çok lezzetli ve zor bulunan bu balıkları kolaylıkla yakaladık. Rum hizmetçiler, bahçıvanlar ağlar ağırlıktan yırtılana kadar bize yardım ettiler. Sonra süpürge saplarına tencereler bağlayıp, balıkları denize inen merdivenin basamaklarına kadar çekmeye, oradan elle toplamaya başladık.
Üstelik uskumru, barbunya, tekir birçok balıkların donmuş açık ağızlı kafaları çoğaldıkça, bu olağanüstü hadise de tuhaf bir hal aldı. Bahçe gittikçe çoğalan kaygan ve parlak bir kitle haline gelmişti. Bütün gece bu garip balık akını sürdü ve sabaha karşı balıklar normal güçlerini kazanmaya başlayınca hemen hepsi gözden kayboldu. Bu garip olayın tek akla yakın izahı, soğuk suyun solungaçları üzerindeki dondurucu etkisinden kaçmak için balıkların hava alabilmek için ağızlarını sudan dışarı çıkarmalarıydı.
…Ertesi gün annem köylülerin gelip, mutfak, kiler, bahçe ve hatta banyomuzu kaplayan balık yığınlarından istedikleri kadar almaları için haber yolladı. Çoluk çocuk, torbalar, sepetlerle gelip gün boyu taşıyabildikleri kadar götürdüler. Çünkü fazlasını tuzlayıp yiyebileceklerini biliyorlardı.”
Balıkların kulağına kar suyu kaçmış, diye duyarız ya hep, işte Dorina Hanım muhtemelen kırk yılda bir rastlanan bu hadiseye şahit olmuş. Hatıralarından aktarmaya devam edelim, film şeridi gibi akan hikâye henüz bitmedi!