“Dünya İmparatorluğu kuracak olsam payitahtı İstanbul yapardım.” Bu söz Fransa İmparatoru Napolyon’a ait. Hiç şüpheniz olmasın; İstanbul’a göz diken sadece Napolyon değildi. İstanbul Helen, Pers, Makedon, Roma, Hun, Avar, Peçenek, Sasânî, Arap, Rus gibi birçok devlet veya imparatorluk tarafından defalarca kuşatılmış ve en sonunda Osmanlılar tarafından fethedilmişti. Bu arada dört defa tekrarlanan Haçlı Seferleri’ni unutmayalım. Rusların Çargrad (Çarlar şehri) dedikleri İstanbul, siyaseten “Üçüncü Roma”, Helenlere göre “Büyük Helen İmparatorluğu’nun başkenti” olması hedeflenen bir dünya şehri, Doğu Roma/Bizans açısından “Şehirlerin kraliçesi” idi.
Bir başka ifadeyle, “dünyanın merkezi”. Kurucusu Constantin’den hareketle Bizans’ın Konstantinopol’u olan bu kutlu şehir, Türklerin fethinden sonra İslambol/ İstanbul olmuştu. Türkler ayrıca İstanbul’u payitaht yaptıktan sonra bu yedi tepeli şehre Âsitâne, Dârü’s-saade, Dersaadet, Deraliyye, Darü’l-hilafetü’l-aliyye gibi isimler verdiler. Ama İstanbul’un eski ismi Konstantiniyye’yi kullanmaktan da çekinmediler. 20. yüzyıla gelindiğinde İstanbul’un dünya siyasetindeki ehemmiyeti azalmadı; aksine, İtilaf Devletleri Çanakkale’yi geçememeleri ve dolayısıyla savaşın en az iki yıl uzamasından Türkleri mes’ul tuttular. Onlara göre bunun bedelini Türkler ödemeliydi. Bu bedel de İstanbul ve Boğazların bekçiliğinden Türkleri azat etmekti. Bundan dolayıdır ki Osmanlı Devleti’ne dikte ettikleri Mondros Mütarekesi’nin ilk dört maddesi Boğazların askerî açıdan kontrolü ile ilgiliydi. Zaten çok geçmeden (mütarekeden iki hafta sonra) 13 Kasım 1918’de İstanbul’u fiilen işgal ettiler. Bu arada Musul (3 Kasım) ve İskenderun gibi stratejik yerleri de ele geçirdiler.
Devamı Derin Tarih Kasım Sayısında…