Böyle köklü bir tarihin içinde çoğumuz nasıl bu kadar duyarsızız? Üç imparatorluğun şehri, iki kıtanın birleştiği Boğaziçi önünde kurulu tabiat ve tarih harikası İstanbul’da yaşamaya layık mıyız sahiden? Yüzyılların ihmaline rağmen o bizi hâlâ kucaklıyor ve kendisini sevenlere her gün bir şeyler öğretiyor!
Duyarlı olduğunu zanneden kemter kulunuz, önceden işitmiş olsa da her gün yeni bir bilginin, yeni bir eserin farkına varıyor, hayranlığına hayranlık katıyor. İşte bu yüzden bütün keşmekeşine ve zorluğuna rağmen bu şehirde yaşamak bir zevk. İstanbul zıtlıklar içinde kaim bir pırlanta misali bilinçli bilinçsiz kendisine karşı işlenen bütün ihanetlere ve ihmallere rağmen pırıl pırıl parlamaya devam ediyor.
İstanbul’u öğrenmek yetmiyor, bilmek gerekiyor. Bilmek yetmiyor, sevmek gerekiyor. Fakir, 53 yıllık ömründe sadece Suriçi İstanbul’u ya da tarihî ismiyle Dersaadet’i bile tam mânasıyla öğrenemedi. Hep geziyor lakin bazen dinlenirken, bazen bir cenazede, bazen keşfetmek için özel bir çabada yeni bir tarihî esere ya da harika bir fotoğraf açısına tesadüf edip hülyalara dalıyor. Bu sayıda size Marmara surlarının denizden başladığında ilk kapısı olan “Porta Auera” yani “Altın Kapı”dan bahsetmek istiyorum. Başlığın hüzünlü izahını yazının sonuna bağladık.
Bu şehr-i Stanbul’a bir zamanlar Konstantinopolis denirdi ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentiydi. Denizden karaya üç kademeli savunma sistemiyle inşa edilmiş surlar bütün şehri çevreliyordu. Zaferden dönen imparatorların, alaylarıyla birlikte şehre ihtişamlı bir giriş yapmaları için süslü, büyük, imparatorluğun şanını temsil edecek dev bir kapı gerekiyordu. İşte sonradan Altın Kapı ismini alacak bu abidevi eser, Doğu Roma İmparatoru III. Theodosius tarafından 413 yılında yaptırılmıştı. Denizden sonra Yedikule’ye doğru en büyük giriş kapısı Altın Kapı idi. Aslında Yedikule sur dibinde Osmanlı’dan kalan tarihî mezarlığa girdiğinizde, Altın Kapı’nın sağ ve sol yanındaki iki mermer kulesiyle bir zafer takı olarak yapıldığını hemen görüp fark edeceksiniz.
Günümüzde bu kapı, hiç adıyla mütenasip bir güzellikte görülmese de mermer kuleler aynı ihtişamla varlığını sürdürmektedir. Döneminde bir iç kale olarak yapılan ve günümüzde gezilebilen Yedikule Hisarı, sırtını bu zafer takına dayar. 1458 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından inşa ettirilen bu hisar, Altın Kapı’nın sağ ve sol burçları, aynı sıradaki iki sur kulesi kullanılarak, bu dört burca üç kuleli bir sur daha eklenmek suretiyle bir iç kaleye dönüştürülmüştür.
Bu kapının bahsetmek istediğim bir başka hususiyeti daha var: İstanbul’u Roma’ya bağlayan Via Egnetia anayolu bu kapıdan başlardı. Kapı girişinden sonra yol Mese denilen (Osmanlı zamanında Divan Yolu) şehrin içindeki ana caddeye bağlanırdı. Roma’ya kadar uzanan bu önemli güzergâh, Ayasofya’nın önündeki Augusteion adlı meydanda son bulurdu ki bu meydana biz Sultanahmet meydanı diyoruz.
Ana tören kapısı Altın Kapı üç kemer girişli bir mimariye sahipti. Ortadaki büyük kemerin altındaki giriş yalnızca imparatorlar için ayrılmış, iki yanda bulunan küçük kemerli kapılar ise halkın kullanması için yapılmıştır. İki tarafındaki muhteşem kuleler Marmara Adası’ndan getirilen mermerlerle kaplanmıştır ki zamanın yıpratıcılığına rağmen halen İstanbul surlarının en güzel kısmıdır. Kulelerin üstünü birer Roma kartalı ve başka heykeller süslemekteydi.
Devamı Derin Tarih Eylül Sayısında…