Falih Rıfkı Atay Zeytindağı’nda şunları yazar:
“Bizden Belgrad’ı aldıkları zaman, düşman delegeleri Niş kasabasını da istemişlerdi. Osmanlı delegesi ayağa kalkarak:
Ne hacet, dedi, İstanbul’u da size verelim!
Babalarımız için Niş, İstanbul’a o kadar yakındı. Biz eğer Vardar’ı, Trablus’u, Girit’i ve Medine’yi bırakırsak, Türk milleti yaşayamaz sanıyorduk. Çocuklarımızın Avrupa’sı Marmara ve Meriç’te bitiyor.”
Başka baskılarda “çocuklarımızın” yerine “çoklarımızın” yazdığı söyleniyor. Ne fark eder! Çocuklarımız ve çoklarımızın değil, artık hiçbirimizin hafızasında eski beldelerimizden bir hatıra yok. Falih Rıfkı, söz ustası olduğundan, cümleyi iktisatlı kurgulamış elbet; ben olsam araya bir de Selanik koyardım. Kozmopolit ve İslâm azınlık yapısına rağmen, herhalde Selanik de elden çıkmasına zor gözüyle bakılan yerlerden biriydi. 1909 gibi çok geç bir tarihte bile bu böyleydi.
İttihat ve Terakki Cemiyeti liderleri Sultan Abdülhamid’i Selanik’e göndermeyi kararlaştırdıkları zaman buranın uygun bir sürgün yeri olduğunu düşünüyorlardı. Orası bir Jön Türk kentiydi. Üçüncü Ordu’nun merkeziydi. Malum devrik padişahın İstanbul’da kalması tehlikeliydi. 28 Nisan 1909 gününün ilk saatlerinde Yıldız Sarayı’ndan Sirkeci’ye getirilen II. Abdülhamid ve ailesi aynı gün trenle Selanik’e varmak üzere yola çıkarılmıştı. Sevk ve koruma birliğinin başında Ali Fethi (Okyar) Bey vardı. Eski padişaha bir gün önce “27 Nisan 1909 akşamı Âyân ve Mebûsan meclisleri tarafından tertip edilen tebliğ heyetince hayatının emniyet altında olduğu ve her türlü taarruzdan âzâde bulunduğu, oğlu Abdürrahim Efendi ve hizmette bulunanların bir kısmının huzurunda ve yanındaki ailesinin işitebileceği bir tarzda” bildirilmişti.
Aynı gece ikinci bir heyet, sürgün yeri olarak Selanik’in belirlendiğini devrik padişaha bildirince, o önce hiddetle karşı çıktı; bunun örneğinin olmadığını, ecdadı gibi burada ölmek istediğini söyleyerek hayatının Çırağan Sarayı’nda muhafaza edilmesini istedi. Ama bu kesin bir şekilde reddedildi. Bu, Abdülhamid’in Selanik’e ilk gelişi değildi. Sultan Abdülmecid 1859 yılında Selanik ve Sakız Adasına bir seyahat yapmış, kardeşi Şehzade Abdülaziz Efendi ve oğulları Şehzade Murad ile Hamid Efendileri de yanında götürmüştü. Abdülhamid için 50 yıl sonra tekrar Selanik yolu görünmüştü.
Trenden inen Abdülhamid şehrin İtalyan jandarma komutanının arabasına binmeyi reddetti. Bunun yerine kiralık bir araba tutuldu. İtalyan kumandan, uluslararası koruma misyonu adına şehrin güvenliğinden sorumlu idi. Selanik’te bol miktarda İtalyan vardı o yıllarda. Çok değil iki yıl sonra Trablusgarp işgali sebebiyle yayılan İtalya boykotunda çoğu tası tarağı toplayıp kaçacaktı.
Sabık sultan ve beraberindekiler kalacakları Alâtini Köşkü’ne geldiklerinde vakit gece yarısına varmak üzereydi. Alâtiniler İtalyan uyruklu Yahudi sanayici ailesiydi. Aile üyelerinin İtalya ve Avusturya tabiyetleri onların bu uyruktakilere verilen ayrıcalıklardan yararlanmalarını sağlıyordu. Tuğla ocağı, değirmen ve fırınların yanı sıra daha birçok sektörde faaliyet gösteren, ödenecek memur maaşları için devlete borç verecek kadar zengin, cömert ama pek çok ticarî imtiyaza da sahip aile bu köşkü 1898’de inşa ettirmişti. Bilahare satın alınarak Ordu Köşkü namıyla maruf olacak bina, Abdülhamid’in gelmesiyle eski sultana tahsis edilmişti. Köşkte zaman içinde tadilat yapıldı; alafranga banyo köşkün yeni sakinlerince yadırgandığından yapıya bir Türk hamamı eklendi.
Devamı Derin Tarih Ekim Sayısında…