Üstad son iki yıla kadar dinç ve gençti çünkü en çok gençlerle alâkadar olurdu, bu sayede davası gibi kendisi de genç ve dinç kalırdı. O gençlerden biri de bu satırların sahibiydi ve o da diğer gençler gibi Üstad’ın bir deftere besmele yazması, o defteri talebesine hususi notlarını ve bilmediği kelimeleri kaydetmesi için hediye etmesi, kırk hadis-i şerifi bizzat yazarak öğretmesi gibi temel rahle-i tedris usullerinden geçmişti.
Ona göre bir ilim ehlinde olması gereken en mühim husus sabırdı, ilim ehli sabırla okumalıydı, dinlemeliydi, araştırmalıydı, acele karar vermemeliydi, hakikatçi ve ilmiyle amil olmalıydı. Üstad ilmiyle amil bir kimseydi. Onun sayesinde her meşrepten, ahvalden,
makamdan, mevkiden nice kimseleri tanıma fırsatına nail olmuştuk. Onun vesilesiyle öyle bir hayat tecrübesi elde edilebilirdi ki değme kimseler birkaç ömür yaşasalar bunları elde edemezdi. O Üstad’dı; gerçekten de anlayabilene her kelamı, hareketi, sükûtu birer delildi. O Üstad’dı; kimseyi yarı yolda koymazdı, imkânı oldukça herkesin yardımına koşardı.
Üstad papağan olmamızı veya kendi gölgesinde kalmamızı istemezdi, kendi fıtratımızın zirvesi olmamızı ve çok iyi araştırmalar yapmamızı isterdi. Kimseyi ezdiği görülmemiştir. Delilsiz asla konuşmazdı, bizlerin de öyle olmasını istemiştir. Onun sayesinde arşiv kokusu da almıştık, tarihçilik bir nev’i arşivcilikti. Bize bazen kızar, “Neden başkalarını ziyaret etmiyorsunuz da hep bana geliyorsunuz, ben gençliğimde bütün büyükleri ziyaret ederdim” derdi. Bendeniz de, “Üstadım siz bütün büyükleri zaten ziyaret etmişsiniz, hepsinin ilmini-irfanını cemetmişsiniz, şimdi bize düşen sizden istifade etmektir, bu dolayısıyla bütün büyüklerden de istifa etmektir” derdim. Gerçekten de öyleydi, Üstad varken kime gidebilirdik ki, o zaten herkesi bize getirmişti.