Ortadoğu’nun önemli bir bölümü -neredeyse 100 yıldır- benim “Post-Osmanlı sendromu” olarak kavramsallaştırdığım kronik şartlar altında yaşıyor. Bu sendromun semptomları ise kargaşa, istikrarsızlık ve bölge halklarının haklarından yoksun bırakılmaları. Bu durumun önemli bir sebebi 1. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla ortaya çıkan yeni siyasî ve toprak düzeninin meşruluğunun olmaması. Daha önceleri Osmanlıların kontrolü altında bulunan topraklarda kurulan bu devlet sistemi, büyük oranda sömürgeci güçlerin ürünü olup onların çıkarlarına hizmet etmek üzere tasarlanmıştı.
Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletleri, yani İngiltere ve Fransa, savaştan zaferle ayrılmaları durumunda Osmanlı İmparatorluğu‘nun topraklarını nasıl paylaşacaklarına dair birçok gizli plan yaptılar. Fransa’nın arkasındaki İngiltere, Arap müttefiklerini Osmanlı’ya karşı silahlanmaya ikna maksadıyla müttefiklere toprak sözü verdi. İngiltere, savaşın sonlarına doğru Filistin’deki Siyonist projeyi desteklediğini açıkça ilan etti. Bu destek, aslında İngiltere’nin daha önce izlediği politikalarla çelişiyordu. Dolayısıyla bu çelişkili vaatlerin ardında yatan girift ve çetrefilli diplomasiyi açıklamak için yalnızca iki sömürgeci güç arasındaki ilişkileri değil, aynı zamanda bunların yerel müttefikleriyle ilişkilerini de yakından incelemek gerekir.